28 Aralık 2011 Çarşamba

durum komedisi

 


Sesim soluğum çıkmıyordu ve geriye dönüşüm muhteşem oldu..

Sessizliğimin sebebi depresyonun evreleri gibi görünse de değil.

Demeyeceğim, inkar etmeyeceğim yani..

Varlığını kabul etmeliyim ki yokluğunu yaşayabileyim..

Bilmiyorum ki bir arkadaşımın dediği gibi mi?

"Seninki keyfi depresyon"..

Keyfi ya da değil bu yaşıma kadar olmadığım hallerdeyim..

Belki daha önce de yaşadım  hatırlamıyor da olabilirim..

Bildiğim uzun zamandır uğramadığı..

Uğrasın tabi samanlık hep seyran olmaz değil mi ama?

Arada böyle çıkıntılar olacak elbet, marifet aşmayı bilmek.

Aşamasam da zamana aşımı denen bir şey var canım.

Yok yok kendimi teselli etmiyorum ya da ediyorum..

Ben böyleyim şimdilerde işte..

Biliyorum ihtiyacım olan zaman..

Problem yok o zaman :)



not: belgelemek istediğimden yayınlanmıştır..duygu sömürüsü veya bir istek içermemektedir :)

depresif anların iz düşümü



Her şeyin anlamsız geldiği bir zaman.
Yaşama sevincinin zirvesinde oturanlar bile tepeteklak.
Yakınken uzak, uzakken ulaşılmaz, aydınlıkken karanlık, karanlıkken zifiri gelir..Hiçlik tavan yapıp, varlık yerlerde sürünür..
Ve denge bozulur..

Çıkmak istenir, bilinir bir süreçtir ama çıkmaya çalıştıkça daha bir karışır da kördüğüm olur.
Damarlar çekilir, sinirler dolaşır birbirine yumak olur..
Nefes alırken göğüs sıkışırda verirken bir yanardağ misali çıkar soluk, ciğerlerden.

Taşınanlar mı yoksa baş edilemeyenler mi bu hale getirir bilinmez..
Yaşarken farklında olmadan hep değerli olmak için mücadele eden insan, yoksun kaldığı değerlilikten mi varır bu noktaya bilinmez..
Hayaller ulaşılmaz, beklentiler sonuçsuz kaldığından mıdır yoksa?

Sebepler sıralanabilir daha ama sonuç aynı noktaya varıyorsa çözüm nedir acaba?
Kim sorunu yaşarken çözebilmiş ki?
Hangi psikolog kendi çocukluğuna inebilmiş, hangi doktor kendi yarasını tedavi edebilmiş?
Ya zaman akışına bırakılmış ya yok sayılmış ya da sonuçsuz kalmış..
Deva olamamış kimse derde..
Zaman ilaç olmuş yaka yıka..
Kanatarak, kabuklanarak ve her dokunuşta yeniden kanayarak..

Derin derin nefes almak, tüm organları sarsarcasına,
Ağlatanları, ıssız-sessiz bırakılanları, kanatanları söküp atmak istercesine vermek sonra..
Bir daha solumamak yine..
Geride bırakmak ve dönüp arkaya bakmamak..
Değerler hanesinde yerini bulmak..

17 Aralık 2011 Cumartesi

mim


 



Yılın on iki ayına ayrı ayrı  anlamlar yüklemiş biri olarak, hiç bir yılı bütün olarak ele alıp bir beklentiye girmediğimi hatırlattı bana güzel arkadaşım Aynur  bu mimiyle..Her ayın ayrı duygusu, ayrı coşkusu olur oysa ki bende..Umutlar, planlar, bekleyişler sarar yüreğimi mevsim dönümlerinde..

Belki de anlara sahip çıkmayı sevmemdendir, mevsimlere-aylara atfetmem dileklerimi,
hislerimi...Tüm ömre yüklediğimdendir  hayallerimi belki..Ya da aylarla sınırladım ki hüsranlar ve hayal kırıklıkları bütün bir yılı kaplamasın diye..

Dolayısıyla da 2012 yılına dair hiç bir beklentim yok bireysel olarak..Umutsuz-mutsuz olduğumu düşündürebilir bu cümlem ama işin aslı ben daha aralık ayı beklentilerimi tamamlamadım ki..Önce benim için bu özel ve güzel ay görevini tamamlasın sonra bakarız önümüzdeki yıla..

Dünyamız ve ülkemiz  için beklentimiz  zaten ortak..Huzur, sağlık, barış üçlemesi tartışmasız ilk sırayı alır elbet..Sevdiklerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız için gelir ardından iyi dilekler..En favori dileğim ise "herşey  herkesin gönlünce olsun"..Ve tabiki benimki de..

Ama madem mim madde madde istemiş, ben de sahip olduğum sıfatlarla adlandırmak istedim..

1-Kul olarak, yaradanın sevgisini..

2-Anne olarak, kızlarım için her şeyin en iyisini..

3-Evlat olarak, anne-babam için sağlık..

4-Eş olarak, gülümsemeyi ve gülümsetmeyi

5-Dost olarak, gönüllerindekileri..

6-Arkadaş olarak, sadakatlerini..

7-Komşu olarak, haklarına dikkat etmeyi..

8-Kardeş olarak, yüreklerinin gülmesini..

9-Akraba olarak, dirliklerini..

10-Vatandaş olarak, birliklerini..

11-İnsan olarak, dünya barışını..

12-Kadın olarak, hem cinslerimin değer görmesini diliyorum..

Ve şimdi mimlediklerim..

herbiRenk, noblesseile, sessizteyyare, IVIR ZIVIR ENSTİTÜSÜ, hypo, Ayla
 

not:Aynur elimden bu geldi.. Sevgiler..

bu mum geleceğe dair  umut ışığı olarak hiç sönmesin..

15 Aralık 2011 Perşembe

olmazsa olmaz bence



Bir şey var ki eksik olduğunda ben de eksik kalıyorum..Nefes alamıyorum, daralıyorum..Yorgun hissediyorum kendimi..Enerji yoksunu oluyorum..Mutlaka olsun istiyorum.En yoğun günlerde, en kalabalık anlarda, en olağanüstü durumlarda bile istediğim; hani şu deprem anlarında adı sıkça geçen yaşam alanı..

Evet benim için yaşam alanı kendimle kaldığım anlar..Dopinglendiğim, şarj ettiğim kendimi, dinginleştiğim, nefes aldığım, aldığım nefesi oksijene dönüştürdüğüm anlar..Gözlerimin gülümsemesi, kalp ritmimin seyri, iç sesimin ahengi içi gerekli..

Öyle özel bir yer değil, kentimdeysem eğer evimde sessizliğin sesinde kaybolmak..Şehir dışındaysa doğayla baş başa olmak yeter..Doğa derken vahşi doğa değil tabi ki, manzaranın hakim olduğu bir odanın penceresi, belki bir deniz kenarı, durgun bir göl ya da bir orman belki..

İlle de yalnızlık ama her neresi olursa olsun yalnızlık..İstediğim sadece kendimi dinlemek, anlamak..Sıyrılmak her türlü etkenden, açıyı genişletmek uzaktan bakmak yaşadıklarıma..Anlamak, anlamlandırmak..

Üst üste, molalar almadan devam etmek beni zorluyor..Mutlaka duraklamak istiyorum..Sonra yine yeniden devam ediyorum..Daha anlayışlı, daha derin bakıyorum her şeye..Ve hep öğreniyorum.Öğrendiğimi süzüp yaşama geçiriyorum..O farkındalık, yeniden başlatılan bilgisayarın performansı gibi etki ediyor bana.

Böylece duraklamaların, dinlenmelerin benim hayatımdaki yeri daha belirginleşiyor..Uzun, günler süren  zamanlar değil kaliteli bir saat bile bazen yeterli olabiliyor..O zaman daha dost, daha anne, daha kul, daha arkadaş, daha evlat, daha insan olabiliyorum bence..

Harekette bereket olduğu gibi molalarda huzur var diyorum yani..Arınma, algılama, farkındalık ve derinlik var diyorum..Dinlenmiş bir beden, dingin bir ruh, daha verimli bir beyin vadediyor diyorum..

Ya siz?
Bir molaya ne dersiniz?


10 Aralık 2011 Cumartesi

pembe yalanlar


 



Kendinize yalan söylediniz mi hiç?Öyle büyük, kocaman değil küçük, pembe yalanlar..Hani ne ipe götürecek cinsten ne de dünyayı kurtaracak..Sadece biraz huzur, sükunet sağlayacak..Öyle bir inandırdınız ki ama kendinizi, gerçeği siz bile unuttunuz.Elli kişi gelse doğruluğuna onları bile inandıracak güçtesiniz..

Sonra yine yalnızlığın penceresinden baktığınız bir an geldi çöktü içinize..İnandığınız, inandırdığınız şey soluğunuzu kesti..Göz pınarlarınızda inandığınız yalana inat duru, şeffaf damlalar birikti..Ve yavaşça süzülmeye başladı yanaklarınızdan..

Gerçekle yüzleşmek, kendinizle yüzleşmek daha bir daralttı  yüreğinizi..Kolayı seçmek korkakların işi, cesur olan gerçeklerle baş eder..Padişahların, kralların karşısında durur..Dünyayı siz kurtaramazsınız ki, aday bile olmadınız..Öyleyse deli cesareti gerekmez..

Anımla şanımla korkarım ben..Hem kimseye zararı yok ki.Belki de bir elin parmaklarınca kişiye faydası bile var..Sadece bana zararı..Hem o kadar zarara alışkın bu bünye..Hiç mi incitmedi hayat onu..Kader adı altında düşlerinin üzeri örtülmedi mi?

Yok yok pembe yalan dedim ya kimseye bir kötülüğü yok..Sadece sizi alır götürür, düşünce gezegeninden duygu gezegenine bir yolculuk yaptırır..Ağlatır, güldürür, burkar yüreğinizi.Verir elinize sonra paket yapıp "ya ömrünce taşı ya da şimdi aç" der, bekler..

Gerisi size kalmış..
Ben mi?
Yoo şimdi değil, ama belki  bir gün..
Belki de..

             

3 Aralık 2011 Cumartesi

gönül hoşluğu..



Güneşli bir kış sabahının tüm güzelliğini yaşamamda ve halen süren hoşluğun sebebinde  takvimlerin en sevdiğim ayın üçüncü gününü göstermesinin etkisi olduğunu inkar edemeyeceğim doğrusu..Doğduğum ayla aramızdaki bu özel bağın anlamını çözebilmiş değilim..Merak ediyorum bu konuda yalnız mıyım diye?

Çocukken anlaşılabilir olan bu durum, yaş kemale erince merak konusu olabiliyor çevremde..Bu duygumda, düzenlenen doğum günü etkinliklerinin coşkusu da göz ardı edilemez tabi..Şımartılmak, hediyeler arasında kaybolmak sanırım hemcinslerimin büyük çoğunluğu için aynı etkiyi gösterip, doğum günlerinin dayanılmaz hafifliğine dönüşebilir..

Gülen bir çift göz,  tebessüm eden bir yüz gönül hoşluğunun ifadesi değildir nedir?Aramızdaki telepatik bağın bu kadar güçlü olmasının belki de henüz keşfedemediğim nedenleri olabileceği ihtimalini hesaba katıyorum tabi..Kış insanı olmak, lapa lapa yağan karda kendini çocuklar gibi mutlu hissetmek, soğuğun iliklere işlediği anlarda sıcacık bir içeceğin yol açtığı kalp çarpıntısı..

Biliyorum bir çoğu için tuhaf bir durum ama benim için vazgeçilmez..İşte bu duyguyla artık bekleme modundayım..Ne zaman gelse kabulüm ama şimdilerde bir haber yok ona dair, en azından bulunduğum coğrafyada..

Hani deriz ya mutluluk anlarda saklı, işte o saklı anların arayışında oldum ben hep..Ve şimdi bu konuda hiç zorlanmayacağım bir mevsimi yaşıyorum..Her mevsimin kendine özgü büyüleyici bir güzelliğini kabul etsem de büyük bir sabırsızlıkla karın yağmasını bekliyor, aralığı taçlandırmasını istiyorum..Kışın enerjisine, üretkenliğine ve ritmine bayılıyorum..

30 Kasım 2011 Çarşamba

sentez kabiliyeti



Hayatı anlamak, anlamlı kılmak..Sadece akademik kariyerle, tecrübeleri dinleyerek, kişisel gelişim kaynaklarından faydalanarak elde edilebilecek bir zenginlik değil ne yazık ki..Yaşanan her ana sahip çıkmak, yaşananların hepsinin bir sebebi olduğunu bilmek, her canlının bir yaşama amacı, yaratılış  nedeni olduğunu düşünerek nefes almanın gerekli olduğu inancındayım.

Bugün; dünü düşünürken anlamlandırmak, neden-nasıl gibi sorulara cevap vermek mümkün  olsa da o an oluşuma anlam vermek, öngörmek, sağduyulu davranmak çok zor..Olaylardan-kişilerden uzaklaşıp geniş açıdan bakmaksa biraz ütopik..

Bütün olay öznede oysa ki..Diğerleri özneyi tamamlayan unsurlar..Kişinin tüm derdi kendisiyle; kendisini anlamakta, adını koymakta, duruşunu belirlemekte, varoluşunu çözmekte, misyonunu bilmekte, sağlam adımlarla yürümekte..

Olay önce  zihinde, ardından yürekte...Mantık insanıyım, duygu insanıyım diye ayrım yapılır ki
bence  ikisi ayrı düşünülemez..Yüreğin sesinde mantık, mantığın önergesinde yürek başrolde..Bundan sonrası  kişinin sentez kabiliyetinde..

Ve hiçbir tecrübe, hiç bir nasihat kişinin kendi deneyimi kadar öğretici olamaz..Okunan, dinlenen unutulur da yaşanan kalıcı olur..Unutmak istersin istemesine ama o kendini mutlaka hatırlatır..Hatırlatacak bir iz  bırakmıştır çünkü..

Bir gencin anlaması ne zordur olup biteni, çocuk dünyasında toz pembe tanımış, yetişikinliğe adım attığı evrede dayatılan öncelikleri hayatın anlamı sanmış, ne zaman akıl başa gelmiş belki de iş işten geçmiştir..Pişmanlık devreye girmiş ama tren kaçmıştır..O güne kadar edindikleri, farkındalıklarına yine ket vurmakta sonrasına bile ışık olamamaktadır ne yazık ki..

Bir yaşamı var herkesin..Pişmanlıkları, boşlukları sevmez hayat, affetmez..Eğer sen doğrularla doldurmuyorsan yanlışlar gelir yerleşir..Memnuniyet oluşturamıyorsan yüreğinde, pişmanlık baş köşeyi alır zihinde..

Bu bir tamamlanma süreci, tam oldum-anladım dediğinde biten, kaybedildiğinde kıymeti bilinen herşey gibi, uçup giden yaşam süreci..

22 Kasım 2011 Salı

masal bu ya..



Bir masal kahramanıyım ben..Evet kahramanım ben, kendimi bulunduğum her zorluktan çıkarabilme mücadelesi gösterebildiğim için böyle diyorum..Zafer coşkusu yaşamasam da her birinde, küçük sıyrıklarla atlatmak bile yetiyor bana..

Bazen sıyrıklar canımı acıtsa da, kanasa da zaman zaman, pansuman edebilme gücünü bulmama yardım eden iyilik perilerim var benim..Yalnız değilim yani..

Masal bu ya her zaman yolunda gitmez işler, verilen emekler, tüketilen nefesler uçar gider..İşte öyle anlarda girerler devreye.."Olur böyle şeyler" deyip artılarını ve eksilerini görmeme yardım ederler..Olaylarda dış göz olmamı sağlarlar..

Görmek çoğu zaman işime gelmese de, sinirimi daha da körüklese de küçük bir zaman dilimi, ağır ağır nefes alıp verme, sakinleşme sürecinden sonra gelirim kıvama..Anlarım küçük yanlışların büyük doğrulara götürdüğünü, küçük dertlerin büyük sevinçlere kapı olduğunu..

İhtiyacım olanın biraz sabır olduğunu, hemen sonuç beklemenin hata olduğunu anlarım durup düşündükçe, yaşayıp yaş aldıkça, yaşlandıkça..Hayır olumsuz bir söylem değil yaşlanmak, yaş almak..

Eğer aldığı yaş; hayatı özümsemeye, her söze değer verip üzülmemeye, hataları hoş görebilmeye, her şeye rağmen gülümseyebilmeye, sadece nefes alıp verebildiğin için şükür edebilmeye, kalan ömrü huzurla geçirmeye sebep olabiliyorsa yaş almak, yaşlanmak  en az genç olmak kadar güzel..

İşte ben böyle bir masalın kahramanıyım..Pişmanlıklara prim vermeyen, mucizelerde gezinmeyen en büyük zenginliğin an'da gizlendiği bilen bir kahramanın masalıyım..Ve perilerim var benim sürekli mesai yapan iyilik perilerim..

şarkı

 

20 Kasım 2011 Pazar

dünyalar arası..



Ne yaşanmamış heyecanlar, ne paylaşılmamış anlar saklıdır kim bilir, söylenmemiş sözler, itiraflar belki..Kapalı bir kutu herkes, keşfedilmemiş kıtalar gibi asla da keşfedilemeyecek..Minicik bir çocuğun dünyası rengarenk olmalıyken belki de alabildiğine donuk..Genç bir insansa hayaller aleminden el sallıyor dünyaya..Ya gözü toprağa bakan bir yaşlının umutsuz dünyasına ne demeli?

Herkesin bir dünyası var kendine ait..Zaman zaman birbirine ziyarete gidilse de ya da yollar kesişse de aslında herkes kendi dünyasında yapayalnız..Ne umutlar var kim bilir o dünyada, ne hayal kırıklıkları, ne mutluluklar..Hiçbiri benzemez ki birbirine.Kiminin dünyasında baş tacı olanlar kiminin dünyasının en kuytu köşelerde hayat bulur.

Hiç denedik mi acaba?Onlardan birinin dünyasına girmeyi; yaşanmışlıklarını anlamayı, yaşayamadıklarına duyduğu özlemi  kapamaya çalıştık mı?Kayıplarının oluşturduğu boşluklar burun kemiklerimizi sızlattı mı?

Akan her damla yaşın türlü anlamları olduğunu, derin sessizliklerin derin yaralara pansuman yapmaya çalıştığını, içe kapanışın çaresizliğin göstergesi olduğunu, çoğul yalnızlıklarda atılan sessiz çığlıkların yankısının, titreşerek oluşturduğu sesi fark ettik mi?

Bir metropolün kurbanı mı olduk yoksa?Gelişmekte olan ülkeler listesinde yerimizi alırken, duygularımızı, vicdanımızı, merhametimizi kaybedenler listesinde de dereceye girdik sanırım..Teknoloji gelişir her şey otomatikleşirken biz de otomata bağladık insanı insan yapan özellikleri..Dünya küçüldü artık, her şey parmaklarımızın ucundayken kalpleri de parmaklarımızla yönetir olduk sanki..

Gezegen dünya globalleşirken; ulaşılması, anlaşılması kolaylaşırken, insanların dünyası bir o kadar uzaklaşıp ulaşılmaz mı oldu acaba?

Kimse kimseyi anlamıyor bu zaman diliminde artık..Dinlemiyor da denebilir aslında..Herkes bencil, egolar zirve yapmış, bireysellik tavan..Değişmeli mi, değişebilir mi bunlar tartışılabilir..Bildiğim, çoğunluğun eskiye duyduğu özlemin temeli birlik.

Kim bilir belki hep bir özlem olarak kalacak, belki de yıllaaaar sonra yeniden birlik-beraberlik olacak..Umut mu hep var!


16 Kasım 2011 Çarşamba

hipnoz



İncecik bir cam kupada çayım elimde,  buz gibi havada akılda yapılacak işlerin listesi uzamıyorken, huzurlu bir şekilde bilgisayar başında blogları okumanın keyfini yaşıyorum şu an..

Bu sonbahar itibariyle hayatımı biraz sadeleştirmek istedim..Dolap detoksu gibi hayatımda aksiyon detoksu yaptım..En azından yapmayı planladım ve uygulama yolunda hızla ilerliyorum..Bir yere yetişirmişçesine yaşamak, sürekli bir koşturma hali içinde kendime zaman ayıramamak canımı sıkmaya başlamıştı artık.

Belki kırklı yaşlarının başlamasının bir durağanlık isteğidir bilemiyorum ama bildiğim tek şey ruhuma kulak vermek istediğim..Onu; istediğim ve istediğine inandığım şeylerle bezemek dileğim..Mecburen, ortam gereği ya da dayatmalarla değil..Aktif, üretken ama dingin, belki sessiz, belki biraz yavaş..

Biliyorum iyi gelecek..Şu an kelimelere dökerken bile düşüncelerimi rahatladığımı hissediyorum..Hani hipnozda sallanan meşhur bir saat vardır..Sallanır hızlıca sonra yavaşlar yavaşlar son salınışları göremeden uyur karşısındaki..Tam da o moddayım şimdi..Yok yok bilgisayar başında gözlerim kapanmayacak tabi ki..Sadece öyle  sessiz  bir halde ruhum..

Elini şaklatınca biri  bozulmayacak sessizliğim..Durağanlığım tercihim, gerektiğinde elbet ses veririm..Evet evet böyle çok iyiyim..

15 Kasım 2011 Salı

yol



İspat etmek mi gerekir?Delilleri ortaya koymak mı? Somut olmazsa olmaz mı?
Dava değil  ki bu, katil- maktul de yok, aslında ortada bir suç yok..Öyleyse neyin ispatı bu?Sevgi kanıt ister mi?

Eğer istiyorsan bunu ya karşındaki sevmeyi bilmiyordur ..Ya da sen körsün..Ferhat gibi dağları mı delmeli anlamak için..Mecnun olup çöllere mi düşmeli?Seviyorsan seviyorsundur işte..İspatlanmaya çalışılıyorsa ortada bir problem var demektir..

Anne-baba, kardeş, arkadaş, komşu ya da kadın-erkek tüm bu seçeneklerde sevgiye kanıt aranıyorsa o sevgi insanı yorar..Sevmek gönül işidir..Şartlara, kurallara dayandırılırsa adı sevgi olmaktan çıkar..Genellenirse, şekil verilirse, seslendirilirse ruhunu kaybeder..

Sevgiyi oyun hamuru gibi düşünüyorum ben..Herkesin elinde var..Ve herkesin elleri farklı..Ona vereceği biçim farklı, biçim verirken vereceği ısı farklı, hayal gücü farklı, değer farklı..Aynı olan sadece herkesin o hamura sahip olduğudur..Nasıl değerlendireceği tamamen kendine kalmıştır..

Emek verilmeyen, şekillenmeyen oyun hamuru katılaşır..Ve çatlamaya başlar zamanla, kalpteki kırılmalar gibi..Ve bir daha da şekil almaz, umudu kalmamış yürek gibi..Sahibinin elinde işe yaramaz bir materyale dönüşür, yürek taşıyan ama kullanamayan insanlar gibi..

Seviyorsan belli edeceksin..Bazen bir bakış belli edecek yüreğini, bazen bir gülüş..Bazen küçük bir dokunuş, bazense bir kelime belli edecek sevdiğini..Öyle beylik sözlere, davranışlara gerek yok yürekler arası iletişim için..

Kalpten kalbe yol var zaten..Engel olma yeter..






11 Kasım 2011 Cuma

Ben'den




Kendimle kalamadığım anlarda yazamadığımın farkındayım..Yazmak benim için kendimle konuşmak gibi..Elbette okunacağını düşünerek yazdığım için kelimeleri özenle seçiyor, cümlelerin akışına özen gösteriyorum elimden geldiğince..

Sessizce konuşuyorum şu an kendimle..Ne kadar sessiz olmaya çalışsam da klavyeden gelen seslere engel olamıyorum..Belirgin bir ritmi var dokunuşlarımın..Zaman zaman hızlanıyor olsam da genelde aynı tondan çalıyorum..

Hayatın oyalamalarından sıyrıldığım anlarda buluyorum kendimi..İsteğimle doğru orantılı değil bu buluşmalar..Ne kadar sık geçsem de bilgisayar başına, düşüncelerimi yazıya dökmem için yeterli olmuyor..Mutlaka hareket halinden durağan hale geçmeli beynim.Bu duruş; düşünmeme hali anlamına gelmiyor, kelimenin tam anlamıyla sıyrılmam gerekiyor her türlü uyarandan..Bir türlü itina bu, hızlıca alelusul yazmak istemiyorum..Söylediğimi önce kendim duymak istiyorum..

Özen göstermek önemli insan ilişkilerinde benim için..Önemseme, değer verme olmazsa olmazlarım..Yabani otların bile çevresindeki bitkilere gösterilen ihtimamdan renklerinin daha canlı ve daha hızla büyüdüğünü düşünürsek insanların gereken özenle karşılaştığında ilişkilerin ne kadar iyi olabileceğini tahmin etmek hiç zor değil..

Önceliği kendi ruhuma  veriyorum tabi..Kimi zaman bencilik, megalomani veya narsizm olarak algılansa da vazgeçmiyorum bundan..Uçaklarda tehlike anındaki oksijen maskesini önce kendine takmak gibi..Gürültülü bir ortamda tüm seslerin içinden istediğim sesi ayrıştırıp duymak gibi..

Evet evet dinliyorum kendimi ve duyuyorum yüreğimin sesini..

2 Kasım 2011 Çarşamba

güneşi gördük

GÜNEŞ4.jpg

Kara bulutları dağıtmak çok zordur biliyorum, buz gibi bir havada ısınmanın imkansız görünmesi gibi..Her şey ters giderken, tüm olumsuzluklar üzerine üzerine gelirken insanın, yapay bir gülücük bile konduramazken dudaklarına, gülümsemek gibi..

Oysa güneş parlıyor şimdi, bulutları almış arkasına gülümsüyor.Kış güneşi bu, yazdan çok daha etkili..İlaç gibi geliyor, yeşertiyor yüreklerdekileri.."Bitmedi" diyor hiçbir şey..Dünya döndükçe, güneş parıldadıkça, ay ışığı denize vurdukça, doğruluyor insan, tüm zorluları arkasına alma gücü buluyor sanki..Kaldığı yerden devam etme isteği ile "yine, yeniden" diyebiliyor..

Çünkü yaşam devam ediyor..Nefes alıyor tüm canlılar..Zorluklar, sıkıntılar, üzüntüler canını yaktığı kadar, hayata sarılma gücü de veriyor..İnsanı diğer canlılardan ayıran bir özellik de  bu belki, hep yeniden başlama isteğinin var olması..Güçlüklerden beslenmesi, yenilgilerden galibiyet peşinde koşacak enerjiyi bulması..


Gün geçmiyor ki kötü bir haber almayalım, canımızı sıkan bir olay olmasın..

Gözlerde yaşlar, yanan yürekler..

Duyarsız kalmak değil bu,

Aksine kulak vermek olup bitene..

Elini tutmak, gülümsemek yüreğine, hissettirmek yalnız olmadığını..

Geride bırakmak için yaşananları elinden geleni yapmak bu..

Sevmek hep sevmek..




not:görsel ve başlık umutlarımızı yeşerten minik bir yürekten ve annesinden

1 Kasım 2011 Salı

gün..

 



Güneşli bir kasım sabahı..Güzel bir güne selam durmak istiyorum ama düşünceler beynimde dolanıp duruyor..Ne uzun bir yol, hayat..Bir o kadar da kısa..Karışık bazen, dolambaçlı, bazense dümdüz, basit..Gün güne uymuyor işte..

İnsan bir çok duyguyu aynı anda yaşayabiliyor..Alabildiğine kızgınken, inanılmaz derece sevgi ve merhamet barındırabiliyor yüreğinde..Bazen kahkahalar atarken gözümüzden gelen yaşlar, ağlamaya dönüşebiliyor çığlık çığlığa..Hüzün ve neşe, ağlamak ve gülmek gibi kardeş olmalı..Kardeşler de birbirine  benzemez nasılsa..

Umut hayatın olmazsa olmazı..Cılız bir alevle yanan  mum,  yangınlar çıkarabilecek güçteyse eğer, küçücük bir umut da tüm olumsuzlukları tersine çevirebilecek güce sahip demek..Öyleyse imkansız demeyelim hiçbir şeye, olma olasılığı var istediklerimizin..Mumun sönmesine engel olalım yeter..

Hep ters gitmeyecek elbet..Bazen de güzellikler ardı ardına gelecek..Başlangıçlar, bitişlerle dolu yaşam..Kapanan her kapı yeni bir kapının açılması için umut, biten her yol başka bir yol için arayışa çare değil mi?Evet evet hem toplumsal hem bireysel olarak umutluyum ben..Nefes aldığımız sürece umut var..

Yeter ki, sevgi çıkışlı olsun her sözümüz, hoş görülü olsun bakışımız, duruşumuz, saygıyla yoğrulsun özümüz..




29 Ekim 2011 Cumartesi

bilmiyorum..




Post yayımlamadım, içimden gelmedi, protesto için değil..

Fazla konuşmadım, sesimi çıkarmadım, cümlelerim bittiği için değil..

Yorum yapmadım okuduklarıma, cevabım olmadığı için değil..

Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır ya herkesin acıyı, üzüntüyü yaşayışı da farklı..

Benim de kızgınlıklarım var; kırgınlığım, içimin parçalanmışlığı, göz yaşlarımın kimi zaman içe kimi zaman dışa akıtılmışlığı..

Ama sevmiyorum polemikleri, her durumda  rant sağlamaya çalışanları, eline geçen tüm fırsatları karalama kampanyası haline getirerek saldıranları..


Evet tabi ki fikirler söylenecek, eleştiriler yapılacak, tartışılacak uzlaşılamasa da..Ama ben içinde olmayı sevmiyorum..Sosyal paylaşım sitelerinde, bloglarda ya da yaşadığım sosyal ortamlarda fark etmez..Siyaset değil bu, düşüncelerimi saklamak hiç değil..Belki bir eksiklik, belki de tam tersi..

Acı büyük, ateş düştüğü yeri yakıyor, hayat devam ediyor..Yaraların sarılması, yüreklere sular serpilmesi, fiziksel ihtiyaçlar giderildikten sonra kırık, buruk, paramparça kalplere ihtimam gösterilmesi gerekiyor..

İlk hüznümüz değil bu, son da olmayacak belli..
Ne yapmalı, nasıl yapmalı, çözüm nedir bilmiyorum..  
Bildiğim, eğer varsa  vicdanının sesine  kulak vermeli, hissedebiliyorsa  yüreğinin götürdüğü yere gitmeli..


18 Ekim 2011 Salı

veeeee perde..




Kalkanlarını kuşanmış insanların derdi; kendini etrafındakilerden korumak mıdır, yoksa kendinden korumak mı?Kendine bile itiraf edemediği düşüncelerini saklamaya devam etmek midir amacı?Perdenin arkasına saklanarak görmeye çalışmak olanı biteni, hırsızlık değil de nedir?Kendinden çaldığıdır ama izlediklerinden değil..Onlar zaten açıktadır, çaldığı kendine olan güvenidir..

"İnsan yalnız doğar yalnız ölür" cümlesi, üzerine sayfalarca yazılar yazılacak, fikirler üretilecek  bir gerçektir..Tek kişilik bir oyunu sahneye koyar gibi yaşar insan..Evet diğer insanlardan, bitkilerden, hayvanlardan hatta eşyalardan beslenir oyun boyunca ama sır olan kendisidir ve kendini kendi bile çözemeden biter oyun..

Daha oyun oynadığının bile farkına varmadan belki..Kalabalıklara aldanarak, çevresindekilere güvenerek, eşe, dosta, evlada sığınarak yaşar..Oysa oyun tek kişi üzerine yazılmıştır..Sen ne kadar figüran kullansan da her şey sensin aktör\ aktris..Tam anladığında kendini, varoluş sebebini, etrafındakilerin görevini, bir bakmışsın perde senin için kapanmış..Belleklerde artık sen izlenmiş bir film tadındasın; korku mu, gerilim mi, aşk mı sana bağlı yaşadıklarına ve yaşattıklarına..

Ne çok oynanmış oyun var hayatta ve halen oynanan..Sayısız film var izlenmiş, rafa kaldırılmış ve çekilmeye devam eden..Onlardan birine adaysın sen de şu an..Bunun farkında olmak ona göre malzeme kullanmaya çalışmak, filmin, oyunun kalitesini belirlemek senin ellerinde..Işıkçıya dikkat etmeli bütün marifet onda..

Karanlıkta gözlerini bir kaç dakika kapalı tuttuktan sonra hanii açarsın ya bir süre ışığa alışamaz ama  görürsün..İşte hayatı da öyle yaşamalı..Gerektiğinde en karanlıkta bile anlamalı yaşananları...

17 Ekim 2011 Pazartesi

başa gelen çekilir..




Her zaman her istediğini vermiyor elbette hayat..Tüm koşulların uygun olsa bile çok istediğin, çok yaklaştığın halde olmuyor işte, gelmiyor sana..İlk bakışta bu kötü gibi görünüyor tabi..Bir olayı yaşarken onun neden yaşandığına dair fikir yürütebilme sanırım çoook tecrübe gerektiriyor

Hani hayırlısı denir, kısmet denir ya sadece dil söyler onu.Oysa yürek bangır bangır bağırır "ben çok istiyorum" diye.."O" her neyse o an ulaşılmaz gelir, ulaşılmadıkça da (aksi iddia edilse de kabul etmem) daha bir çekici gelir..

Başına her gelenin vardır elbet bir sebebi..Belki kendini geliştirmen içindir, belki yardımına ihtiyaç duyuluyordur, belki başkasına cezasındır ya da iyilik..Belki anlaman içindir hayatı, büyümen için, geşimen içindir..Ya da sadece öylesine de olabilir..Denk gelmiştir..

Neyse gelen başa, çekilecektir aslında..Üzerine günlerce konuşulsa da, geceler boyu düşünülse, bardaklar dolduracak kadar gözyaşları dökülse de..Sonunda bir kazanç olmasa da kayıp olmaması bir kazançtır aslında..

Yaşarken bunları anlamak elbette kolay değil..Denizin ortasında tek başına dalgalarla boğuşurken, yüzmeyi bilmek yetmez..İnanca, güvene, morale ihityaç duyulur..İşte yaşamdaki zorluklarda da böyle, geçecektir mutlaka ama önce sana ihtiyacı vardır..

Kimsenin elinde bir sihirli değnek olmadığına göre önce başroldekine düşer iş, sonra yardımcı oyuncular girer devreye ve tabi ki olmazsa olmaz zaman..Zaman en etkili ilaç tartışmasız..Geriye dönüp baktığında zamanın bir çok şeyi tedavi ettiğini görmek hiç de zor değil.

Ben de yirmili yaşlarda böyle düşünemiyordum elbette.Yaşadığım olayları o an için dünyanın en büyük sorunu haline getirip, daha da kaosa dönüştürdüğümü şimdi görebiliyorum..Hata etmişim diyorum ama bugün sorunlarla boğuşurken en önemli silahımın; o zaman ki sabırsızlığım, pireyi deve yapışlarımdan edindiklerim olduğunu hatırlayarak yatıştırıyorum kendimi..Ve bunu öneriyorum bu satırları okuyan herkese..

Yaşadığın herşey senin..Senin seçimin farkında olmasan da..Senin davetine icabet..Öyleyse dikkat et çağırdıklarına; bazen söylediklerin, bazen düşündüklerin, bazense hareketlerin birer davetiye..O zaman sahip çık hayatına gelenlere, memnun değilsen de güle güle de..

Hayatta herşey geçici.En büyük sorun da, en büyük mutluluk da..Geriye kalansa  sadece "hoş bir seda".

                                                             

14 Ekim 2011 Cuma

ah dünya..




Dünyalar kadar seviyorum denirdi eskiden sevgiye ölçü koymak için.Sevginin bir ölçü birimi  olmadığından değişik seçenekler kullanılırdı..Dünyalar kadar dendiğinde hem dünyanın büyüklüğü kastedilir hem de çoğul ekiyle pekiştirilip sevginin şiddeti belirtilmeye çalışılırdı..

E ama dünya küçüldü artık..O zaman bu söz de anlamını yitirdi..Liranın değer kaybetmesi gibi dünya da değer kaybetti..Artık sevgi ölçü birimi olarak kullanımdan kaldırıldı bir nevi..Şimdilerde sevgi kelimesinin içi boş..Bir anda çok sevebilirken iki günde artık sevmiyorum demek çok kolay..

Bu kadar mı anlamını yitirdi her şey..Oysa biz Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin aşkları ile büyümedik mi?Büyülenmedik mi dağların delinmesinden, çöllerdeki buluşmalarından?Her kavramın içi boşalsaydı da sevgi kelimesi tüm ihtişamıyla kalsaydı..Zaten o zaman diğer kavramlar da sağlam kalırdı..

Güven ardı sıra geldi, saygı yerlerde zaten..Gençlerle konuşuyorum, güven kelimesi havada asılı kalıyor hep..İş hayatında, arkadaşlar arasında, kız erkek ilişkilerinde..Erkeklere güvenemeyen kızlar, kızlara güvenemeyen erkekler..Mesai arkadaşına sırtını dönememeler, okulda öğretmenine güvenemeyenler ve ne yazık ki ailesinde bile güven sorunu yaşayanlar azımsanacak kadar değil..

Kendisine güvenemeyen gençler oluştu böylece, devletine güvenmeyen, yarınlara güvenmeyen..Umutsuz, mutsuz, doyumsuz..Nasıl düzelir bilmiyorum ama iç karartıcı boyutta..

Ben mutluyum, şartlarım iyi, güveniyorum kendime demek çözüm değil ve içini rahatlatmıyor insanın..Her koyun kendi bacağından da asılmıyor..Günün birinde o sevgisiz, güvensiz insanlarla yolumuz kesişecek ve zararı yine bize dokunacak..Evet biliyorum yanlışları bulmak kolay, düzeltmek çok zor..Sebat gerekiyor bu konuda, bilincinde olan herkesin çaba sarf etmesi gerekiyor..Bir kişinin değişmesiyle ne olur demeyelim..Domino etkisi neden olmasın?

Bırakamayız dünyayı onlara; sevmeyi bilmeyenlere, kendini sevmeyenlere..Hadi hep birlikte sevelim, dünyalar kadar sevelim yine eskisi gibi, sevdirelim..




Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.

Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.

Bağımlılık sevgi değildir,gereksinmenin karşılanmasıdır.''

Sevgi, değer vermesini bilmektir.

Sevgi, yaşama hakkını kabul etmektir.

Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.

Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır.

Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdır.

Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.

Sevgi, bilinçtir.

Sevgi, insan olmaktır.
 
 
 
not:renkli kısım alıntıdır..

10 Ekim 2011 Pazartesi

mucit aranıyor!



Özlemek için araya mesafeler girmesi gerekmez..Bazen en yakınındakini en çok özler insan..Bedenen alabildiğine yakınken; duygularda, düşüncelerde aralarına kilometreler girmişse, dağları aşmak bile daha kolay gelir duygusal metreleri aşmaktan..

Fiziksel olan her şey daha kolaydır da ruhsal her konu daha bir zor, daha bir çözümsüzdür..Düşündüğünüzde baş ağrısı, diş ağrısı bir ağrı kesici ile geçerken, kalp ağrısı, hayal kırıklığı ne yazık ki kapsüllerle şifa bulmaz..

Aslında icatlar kervanına; teknolojinin hızına yetişilmeyen bu dönemde, bu bağlamdan el atılsa hiç de fena olmaz hani..Akla gelmeyen her şey başımıza gelirken, bir de kalbimize gelse keşke..

Bir düşünün kalbiniz çok kırıldı  ama öyle böyle değil, iki doz alıyorsunuz ilacı yarım saate hiç bir şey kalmıyor..Kalp tek parça, sapasağlam devam yaşamaya.Tekrar tekrar kırılıyor yapışıyor ve her seferinde ilk günkü gibi sıfır kilometre.Ne kin kalır, ne kıskançlık o zaman..

İletişim konusunda yenilikleri son sürat kabullenen, seven, benimseyen ben, biraz dursun diyorum veya yavaşlasın bu yöndeki gelişmeler..Robotlar, telefonlar, bilgisayarlar daha küçülmesin, dünyanın küçüldüğü gibi..Yürekleri büyütsünler yapabiliyorlarsa, hoşgörüyü artırsınlar, saygıyı  ilke edinsinler..Ama  küçükleri sevelim büyükleri sayalım şeklinde değil bu saygı, öncelik öz saygı olsun..

Kendini sevmeyi öğretsinler önce, kendini bilmeyi, anlamayı..Sonra yaradanı, canlıyı, cansızı, kainatı..O zaman globalleşen dünya anlam kazanır..O zaman kitle iletişim araçları silahların yerini alır..

İcatlar duygusal olsun, psikolojik, ruhsal, kalpsel, yüreksel olsun biraz da.Gelen her yenilik sanki bir şeyler alıp gidiyor bizden..Yakında digital insanlar olacağız diye korkuyorum..Bağlandığımız ağlar bizi sarıp sarmaladılar..Çıkamamak da var işin ucunda..Bilmem ki bir duyan olur da kaybedilen  yürekleri yeniden keşfeder mi?

Özlem demiştim oysa, dokunabilecek kadar yakın olduklarını özlemek demiştim de; vuslata, sılaya gelir sözüm diye düşünmüştüm..Öz ' müş meğer özlediğim..Özleme adını veren ÖZ..

3 Ekim 2011 Pazartesi

öylesine

En son yaz gecelerinde geç saatlere kadar oturup, dalga sesiyle beraber huzur içinde sabahı karşılamış, güne merhaba dedikten sonra uykuya geçip, öğlenden sonra uyanmıştım..Şimdiyse belki içilen çaylar, kahveler uykumu alıp götürdüler..Geri gelir mi bilemediğim için geçtim klavyenin başına..Bakalım parmaklar neler yazacak, yürekten neler kopup gelecek?


İnsan en çok sevdiğinden kırılırmış ya, tartışmasız doğru.Gözünüzden sakınırsınız, incitmemek için elinizden geleni yaparsınız, onun için her şeyi ondan önce düşünürsünüz de o bunları görmezden gelir, ya da görür de bir kalemde siler, bir kere de harcar, kırar geçirir sizi..Kırılan bardak asla eskisi gibi olmaz ya, insan bunu yüreğinde bizzat hisseder mi?..Psikolojik bir durum nasıl fiziksel olarak hissedilir, inanılır gibi değil..


Bir sonbahar klasiği üzerinize afiyet nezle oldum..Nefes alamıyorum, burnum şıpır şıpır damlıyor, dişlerim dahil her yerim ağrıyor..İlaç aldım gözümü açtım da bir kaç kelime yazayım dedim.Oysa grip aşısı olmayı düşünüyordum ki hasta oldum.İyileşince olmalıyım, geçen kış bayağı zorlu geçmişti gribal açıdan benim için..


Yeni bir hafta yeni bir ay güzellikler getirsin herkese..Benimki de hareketli geçecek gibi..Uzun zamandır görüşülmeyen arkadaşlarla buluşulacak..Yeni mekanlar keşfedilecek..Bir de aramıza yeni katılan bir bebeğe hoş geldine gidilecek..Bunlar planlı olanlar, sürprizler de cabası olur sanırım..


Okullar, kurslar, sosyal aktiviteler, dershaneler hepsi işleve geçiyor yavaş yavaş..Sezon açılışı tamam yani..Mİlimetrik planlamalarla programlar yapılıyor..Bir koltuğa çok karpuz sığdırmak gerekiyor bu zamanda..Eskide öğrenci dediğin sadece okula gider, derslerini yapardı..Şimdilerde çocuklar, gençler çok yoğun..Klasik ama gerçek "ben de varım" demek istiyorsa, bir adım öne çıkmak istiyorsa, artı hanesi kabarık olmalı..İşte bize de bunlarla uğraşmak, onlara destek olmak düşüyor..


Kolay değil hem sabır göstermek, hem de devamlılık sağlamak bu yolda..Ebeveynler de en az çocuklar kadar yıpranıyor..Doğrular çelişiyor bu noktada..Kendi haline bırakmak mı, yön vermek yardımcı olmak mı?O ya da bu derken hayat geçiyor işte..Bir noktaya varılıyor..Sonuçta varılmak istenen noktada olmasa bile elimizden geleni yapmış olma teselli olarak kalıyor bize..


Yaşamı kaçırmamak lazım  bu arada tabi..Elde kalan sadece yaşanan, sahip çıkılan an.

 

29 Eylül 2011 Perşembe

hayata kısa bir not


Geç kalmak istemediğim,
Pişman olmaktan kaçtığım,

Ucundan da olsa yakalamak istediğim,
Kaybedersem farkedeceğim,

Yokluğunda hiçliğim,
Varlığında nefesim,

Tükenmeyen bir sevdasın sen, hayat..

                 

düşünüyorum da..



Düşünüyorum da iyi ki burdayım..Keyif alıyorum insanların düşünce dağarcığından istifade etmekten, keyif alıyorum eğlenceli bloglarda gezerken ve en çok da hayran olunası  dizeleri ve satırları okurken keyif alıyorum..

Düşünüyorum da  daha önce ilgilenseymişim blog dünyasıyla, bu renklilikle daha önce tanışıp, sosyal çevrem dışındakini insan mozaiğini tanıma fırsatım daha erken olsaymış..

Düşünüyorum da hayat çok güzel, keyif almasını bilirsen..Çiçek-böcek, neşe-keder değil, önemli olan tadını çıkarmak ki bu insanın elinde..

Düşünüyorum da nasıl bakarsan öyle görürsün..Ön yargı kaplamışsa her yanını masum bir bebeğe bile sevecen gözlerle bakamazsın..

Düşünüyorum da bencillik kol geziyorsa damarlarında, burnunun ucunu bile göremezsin.Etrafında olup biten iyilikleri, insanca yaklaşımları bile fark edemezsin..Kuyruğuyla kavga eden kedi gibi  kalırsın bir başına sonra da "ben neden yalnızım" diye vahlanırsın..

Düşünüyorum da insanın elinde çok şey var..Sahip olduklarını görür bir de onlarını kullanmasını bilirse..

Düşünüyorum da yaşamak çok güzel, insanca birlikte yaşanabilirse..

Düşünüyorum da en güzeli farkındalık..Eğer farkında olamayacak kadar kapadıysan algılarını, kendi yörüngende olanın bitenin bile farkında değilsen, insan olmanın, kul olmanın manasını çözemediysen anne, baba, öğretmen, doktor, mühendis olmuşsun ne fayda!

"Düşünüyorum öyleyse varım."

27 Eylül 2011 Salı

twitter gündemi blog satırlarında: İstanbul'a not



Üzerine destanlar yazılası, şiirler söylenesi, şarkılar okunası, gözlerde yaşlar kalmayacak şekilde ağlanası, kahkahadan mideye kramplar girecek kadar gülünesi kent, İstanbul..Her sokağı bir öykü barındıran, her köşesi buram buram tarih kokan kent..

En büyük aşklara ev sahipliği yapan, türlü sırları kendinde saklayan, saltanatların şehri, padişahların gözdesi kent, gizemli durma öyle derdin varsa söyle..Hangi aşık seni harcadı bir cümlede, hangi padişah sildi seni bir kalemde, hangi seyyah bir selam bile vermeden geçti gitti, söyle?

Gemiler yolcularıyla geçtiler boğazdan, durup solumadılar mı seni, bakmadılar mı eşsiz manzarana, şahit olmadılar mı güzelliğine, Kız Kulesi'nin öyküsünü dinlemeden mi geçtiler?

Aşk sadece sevdiğinin nefesini solumak mı?Öyleyse İstanbul seni soluyorum şu an..Egzoz kokusundan başım dönse de..Hem de öyle soluyorum ki, derince içime çekip, uzaklaşma benden diye vermiyorum nefesimi geri..Aşk sevdiğini her yönüyle kabul etmek mi? Ben de seni kabul ediyorum derdinle..

İnsana duyulan aşkın ömrü iki seneymiş, sana duyulan aşksa yıllarla değil, asırlarla ifade edilebiliyor ancak..Sen ki  önce Fatih'in fethettiği sonraysa milyonların keşfettiği, fethettiğisin..Sen fethedilenlerin en muhteşemisin..Sen İstanbul'sun, İstanbul sensin..


şarkı

      

25 Eylül 2011 Pazar

bardağın boş tarafı - öfke



Bardağın boş tarafını görmek, hep şikayet etmek, elindekilerle mutlu olamamak nasıl bir psikoloji anlamıyorum doğrusu..Anlamaya çalışmak istesem de anlayamıyorum..

Herkesin sahip olduğu zenginliğin niceliği ve niteliği farklı elbette..Bunları göremeyen, şükredemeyen, sahip olmadıklarıyla mutsuz olmadaki ustalığını, sahip olduklarıyla mutluluğa çeviremeyen zihniyet sözüm size..

Bir de inandıklarını tabulaştıran, at gözlüğüyle bakan, dünyaya açık olan penceresini sınırlayan, hayatı kendisine zehredenler..Kendi hayatlarıyla yetinmeyip başka hayatlara da dokunanlar sözüm size..İnsana hediye edilmiş bir ömür var, bunun farkına varıp dakikalarını bile anlamdırmak mı yoksa, hunharca katledip pişmanlık duymak mı?

Durup bir düşünmek gerek.Sağına soluna alıcı bir gözle bakmak, dün nerdeydim bugün nerdeyim demek, yarın olmak istediği yer için de çabalamak gerektiğinin farkına varmak...Sadece beklemek, hayal kurmak, kuru kuru istemek olmaz.Ulaşmak istediğin, emek vermeden senin olursa anlamsızlaşır..

*****

Bir de kör olanlar var, gözlerini sadece dekoratif olarak kullananlar, aksesuar niteliğinde yani..Burnunun ucunu görmek zordur anladım da, hemen yanı başında olup biteni nasıl farketmez?Karşısındaki bangır bangır bağırsa da, gözünün içine soksa da bir şeyleri  nasıl görmez, nasıl göremez?.

Bilmiyorum neden çok öfkeliyim şu an..Yok yok aslında biliyorum neden öfkeli olduğumu ama söylemek istemiyorum..Nedensiz bir öfkeymiş gibi  davranıyorum kendime bile..Üstüne bir bardak soğuk su mu içsem yoksa sade bir kahve mi bilemedim ama sakinleşirim herhalde az sonra..En azından şu an yazarken bile nefes alışlarım normale dönmeye başladı..

Yazmak insanı rahatlatıyor gerçekten..Hayır klavyeye o kadar alıştım ki artık kalemle yazmak tuhaf geliyor..Tuşlara belli bir ritmle dokunup, klavye sesini dinlemek iyi geldi..Sakinleşiyorum, sakinim, sakin....

22 Eylül 2011 Perşembe

usul usul



Bu gece yağmur kentimin en güzel fotoğraflarına, en güzel kokusuna, en sonbaharına ev sahipliği yapıyor..Saatlerdir aralıksız yağıyor..Öyle ürkütmeden, korkutmadan, süzüle süzüle düşüyor damlalar yerlere..Islatıyor yeryüzünü, alıyor nemini havanın, serinlik hakim oluyor, üşütmeden tatlı tatlı esiyor.

Ben bu güzellikleri evimde yaşıyorum elbette..Eğer trafikte yakalansam, acil bir işim olup çıkmak istesem cümlelerim böyle naif, sevgi içerikli olmaz biliyorum..Bir damla yağmur  düşse kilit olur İstanbul..Çileden çıkarır yaşayanı, canından bezdirir.

Huzur, bazen yağmurun hırçın sesinde, bazen yağmur sonrası doğanın tazeliğinde..Usul usul şarkı söylüyor  kulaklarıma..Bestelenmemiş bir şiir okur gibi, vurguluyor kelimeleri..Gel diyor, gül diyor, gör diyor, sev diyor. Sevgiyle alınan bir nefes bir ömre bedel diyor..

 ****

Harika bir sonbahar sabahı, mis gibi bir hava..Güneş gizlenmiş bulutların ardına..Canlı, taptaze bir gün, yenilenmiş bir doğa.Yeni bir sayfaya çok güzel bir kalemle, en özel cümleleri yazarken hissedilen duygulara benzer bir gün..

Hüznü çağrıştırsa da, içinde gizem barındırsa da, bir burukluk bıraksa da "yaza veda sonbahara merhaba" demenin tadı bambaşka..



Not:bahsetmiştim ya hani şurda, dil sınıfı açıldı sekiz kişi olunca.meleğim mutlu ben de mutluyum dolayısıyla..


şarkı

15 Eylül 2011 Perşembe

incilerini dökmek

Dönüşüm muhteşem olmamalıydı ama..Ben evime dönerim sakin sakin, önce eşyaları yerleştirir, sonra geçerim bilgisayarımın başına günlük ritüellerimi gerçekleştirir, mutlu mesut bir açılış yaparım diye düşünmüştüm sezona..

Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı..Hızlı bir açılış yaptım haftaya, öyle ki ritüellerim kusur kaldı..Mobil  halde okuyabildiğim maillerimden öteye gidemedi sanal gezintim..Yine yoğun bir gün yoğun bir geceye doğdu..Ve bugün daha da sıkışık bir trafik olacağının sinyalleri de geceden geldi..

Biliyorum durulacak elbette, normlar içinde yaşamaya devam edeceğim en geç önümüzdeki hafta..Ama özledim, izlediğim blogları..Neler olup bitmiş merak ettim..Bir kaç satır karalamak istedim..Bir sürü konu gelip geçti akımdan bu sürede ve şimdiyse böyle spontane döküyorum incilerimi..

Meleğimin alan seçimi ile ilgili sıkıntılar var. Dil sınıfı açılmayacakmış, eşit ağırlıkta kontenjan dolmuş..Sadece sayısal seçebilirmiş..Olur mu böyle bir şey?.Allahım, eğitim dünyasında her şey yerlerde..

Bu kadar kısır düşünceler, ileriyi görememeler..Siyaset çok kötü yapıldığı için Türkiye' de biliyorum ne öngörülü, vizyonu geniş insanlar var uzak kalan sadece izleyen, söylenen..Haksız da sayılmazlar ama, onlar dahil olmadıkça, fikirlerini, çalışmalarını ortaya koymadıkça, hepimiz sıkıntı çekeceğiz, sistem kurbanı olacağız her alanda..

Mekanizma nasıl işliyor anlamıyorum..Devlet kurumu demek sadece bürokrasi demek mi?Çözüm üretmez mi?Ya da üretilen çözümleri değerlendiremez mi?Düzen kurulmuş bir şekilde doğru veya yanlış o şekilde gitmeli mi?

Şimdiii, Türkiye ' de öğretmenlerin çektiğini bilmeyen yok atamalarda..Öğretmen açığı var kelimesi ise yıllardır eskimeyen bir cümle..Özellikle de ingilizce öğretmeni..Globalleşen dünyada bir dil yetmez, ikinci, üçüncü dillerden bahsedilirken, Türk eğitim kurumlarında, hem de anadolu lisesi tabir edilen belirli puanlarla gelinen kurumlarda, dil sınıfı on kişi olmadığından açılamazmış..On kişi olsa bile, şu an uygulanan sisteme göre ( yeni bir deneme yanılma yolu) ders seçme sistemine olduğundan dil seçilmesi çocuğa hiç bir şey katmazmış, zaten çok zor olan dil sınavında hiç bir şey yapamazmış gibi bir gerekçeyle savunulan bir dayatma..

He bir de anadolu lisesi velisi çocuğu doktor, mühendis olsun istermiş..Dil okumak isteyenler düz liselere gitsinlermiş..Ne yani benim istediğim mi önemli, kendi geleceğini şekillendirmeye çalışan çocuğumun mu?

Yıllardır gördüğüm her türlü yetersizlikten, bildiğim eksikliklerden dolayı eğitimde özel kurumları tercih ettim. Şimdiyse kızımın tercihiyle  anadolu lisesi velisi olarak, bir kere daha düşüncenin yetersizliği, dayatılan bilginin sorgulamadan inanılışı, inandırılmaya çalışılışı, memuriyetin bu olmaması düşüncemin pekişmesiyle birlikte bugün, kızımla okula gidip, okulların açılmasına iki gün kala bize haber bile verilmeye gerek duyulmadan sınıfsız belki de okulsuz kalmaması için çare arayacağım..

On altı yaşında hedefini bir kaç yıldır belirlemiş bir gencin, korkular içerisinde bana" ama anne benim hedeflerim, hayallerim ne olacak" diye uykusuz kalması, hep tercih ettiğimize değil de dayatılana maruz kalmamız nereye kadar sürecek acaba?Belki dilekçe vererek, belki başka şekillerde dil sınıfı açılacak ama evlatlarımız, bu sistemde hayatları boyunca bürokrasiye takılarak, engelli koşu gibi sürekli bir sinir mücadelesi içinde mi olacak?Belki de açılmayacak o sınıf ve mecburen sayısal okuyup istemediği halde mühendis olacak..Bir çare de tekrar özel kurumlara dönmek..Ama bakalım maddi koşullar kaç  ailenin altından kalkabileceği gibi?

Böyle olunca var olan ümitler kırılacak, imkan nerde ben orda diyen gençler kendini yurt dışında bulacak ve biz de hep Amerika'yı sanki yeniden keşfetmişler gibi onların gerisinden gelecek, özümüzü yitirecek, sahip olduğumuz cevherleri fark etmeden, eritip, eriyip gideceğiz..

10 Eylül 2011 Cumartesi

her hikaye bir hayat


Milyarlarca insanın yaşadığı bu evrende, bir o kadar da hikaye var elbette..Her insanın yaşanmış bir hikayesi olduğu gibi, henüz taslak halinde olan kendinin bile bilmediği hikayeleri ile devam etmekte ömrü..

Çok sevdiğimi söylemiş miydim hikayeleri? Farklı iklimlerde, farklı coğrafyalarda kimi zaman tanıdık kimi zamansa dudak uçuklatan cinsten hikayeler..Birisinden dinlerken genelde "yok bu kadarına ben katlanamam", "nasıl dayandın" şeklinde yorumlar yapılsa da kendi başına katmerlileri geldiğinde öyle de bir dayanıyorsun ki..

Kimsenin hikayesi kimseninkine benzemez dense de, aslında yaşananlar çok benzer..Kişilik farklılıklarından tepkiler farklı olabiliyor veya başa gelenler..Sonuca baktığınızda rengarenk öyküler çıkıyor ortaya..

Kimi  acısıyla baharatlanmış, kimi yokluğuyla, kimi varlığıyla tatlandırmış öyküsünü, kimiyse aldatmayla..Allanmış pullanmış hikayeler de var tabi, yaşayanın renkliliğinden o aslında, yoksa hayat dediğiniz şey çok standart..

Kişinin dünyaya bakışı yemek, içmek, üremekten ibaret değilse, keşfedecekleri varsa değişik alanlarda hikayesi de çizgi dışı oluyor..Küçülen dünyada bu hikayelere ulaşmak hiç zor olmasa da yaşayanın ağzından dinlemek daha gerçekçi oluyor..

Elbette okumak da zevkli, eğer aksini iddia edersem kendimle çelişirim.Ben okurken kendi sesimle okuyorum, kendi algımla algılıyorum olayı..Her ne kadar noktalama işaretleri yardımcı olsa da bana vurguları anlamamda, kişinin kendi sesiyle, duruşuyla, bakışıyla, mimiğiyle anlatacağı hikayenin yerine geçmez okumuş olduğum..

"Bir yazı yazıldığı an sahibine aittir..Paylaşıldığı an okuyana ait hal alır."Böylece okuyanın duygu düşünce etkisi eklenince yazıya bambaşka bir boyut kazanır yazı..

İşte bu yüzden ben hikayeleri dinlemeyi severim..Kurgusuz, yaşandığı gibi, tüm sıcaklığıyla, yaşayanın canlı aktarımıyla..O zaman yalın halde anlamlandırıyorum yaşananları, kendimden birşeyler katmadan, tek sesli dinleyebiliyorum..Bazen çok şaşırıyorum dinlediklerime, bazense ne kadar sığ baktığımı farkediyorum, tekdüze düşünerek..

Evet insanız hepimiz, çok benzer ama çok farklıyız..Her insan bir hikaye, her hikaye bir hayat..Öyleyse yaşanmış her hayat kazanılmış bir değer olsun..

          

9 Eylül 2011 Cuma

veda vakti



Ayrılıyorum gece yarısı dinlediğim dalga seslerinden, bu belki de son ya da sondan bir önceki gece..Daha bir hızla vuruyorlar kıyıya sanki..Bir şeyler söylemek ister gibi..Sonbaharın geldiğini mi haber veriyor, yoksa zaman geçse de üzerinden bu ritmik, insanı dinlendiren, huzur veren sesi unutmamam için bir konser mi?

Ne çok dinledim bu yaz bu sesi, sabahlara kadar bana şarkılar söyledi..Temizledi hem kendini hem sahili..Kumdan kaleler yaparsınız hani, uğraşırsınız saatlerce belki, sonra bir dalga alıp götürür hepsini.. Ben de o burukluktayım  şimdi..

Her ne kadar bitmesini istesem de  yazın, hep buradan  gitmek istesem de biliyorum çok özleyeceğim bu sesi..Evet özleyeceğim ama, kalacak kadar değil.."Hem ağlarım, hem giderim" misali yani..Yaşananlar, güzellikler, sıkıntılar, keyifler yanıma kar kalacak sadece..Biriktirdiklerimle gideceğim buradan..

Harikalar harikası  yaz arkadaşımdan, denizden, dalgalardan, kumsaldan, çığlık çığlığa oyun oynayan çocuklardan, kızlarla sabahlara kadar oynadığımız oyunlardan, muhteşem kahvaltılardan, monotonluktan ve daha bir sürü şeyden ayrılma vaktidir.Ömür varsa seneye kadar, veda vaktidir yıldızlara, yakamoza, balıkçılara, yanan bütün ışıklara..

Hüzünlü değilim, sonbahar gibi..Bilinenin aksine, sonbaharın baharı gibiyim..Umut veren, gülümseten, neşelendiren..Geçici ayrılıklar bunlar, dert değil..Nefes alıyorsak hayat güzel..

şarkı


                   

6 Eylül 2011 Salı

nerdeyim?



Olmak istediğim yerde miyim?Yoksa olduğum yerde, istediğim gibi mi?Hangisi insanı daha mutlu eder acaba?Ya da ikisi de olabilir mi?Hem istediğim yerde hem de istediğim gibi olmak..Sanırım bu çok zor, bence yani..

Belki  her ikisine de ulaşmış kişiler var..Genelleyemem elbette ama bana biraz uzak göründü.Hem kendim için uzak, hem de olabilitesi uzak..Derler ya "yüz kişiye sorduk".Gerçekten sorulsa ve dürüst cevaplar alınsa pozitif cevap alma olasılığını az buluyorum..

Halinden memnun olmama, şikayet durumu değil, dediğim..Hayal ettiği, dilediği yerde olamama..Statü olarak, aile olarak, arkadaş çevresi olarak, kariyer olarak..Belki engeller çıktı karşısına, belki de kendi koydu engelleri..Ya da küçük düşündü kimbilir, öngöremedi geleceği..

Sonuç olarak bana gelirsek, istediğim yerde değilim, ama güzel bir yerde, olmak istediğim gibiyim..Bulunduğum yerin de hakkını verip, tadını çıkarıyorum.Tatsızlıklarıyla da başa çıkıyorum..Sorunlarıyla uğraşıyorum, çözüyorum..Bazıları da çözümsüzlük kervanına katılıyorlar..

"Yaşıyorsan umut vardır", "çıkmamış candan ümit kesilmez", "yaşanacak bir hayatın var kendin işin yaşa" gibi söylemlerin etkisiyle düşündüğüm olsa da, üç-dört dakikayı geçmemiştir..Hayallerimin peşinden gitsem, olmak istediğim yer için şimdi çabalasam, kar-zarar hesabı yaptığımda elimdekilerin daha önemli olduğunu anlıyorum..Ve kazanacaklarım kaybedeceklerimden daha değerli değil diye, oturuyorum yerime..

Galiba şapkayı önüne koyup düşündüğünde insan, genelde şikayet eğilimli olsa da, ciddi ciddi düşündüğünde hayatta edindiklerinin, (duygusal ve manevi anlamda) hayalindeki edinebileceklerinden daha gerçek, daha kalıcı ve daha anlamlı olduğunu anlıyor..İçinde bir ukde de kalmıyor değil ama..

5 Eylül 2011 Pazartesi

hayat seni seviyorum..


Ne güzel bir gün..Güneş pırıl pırıl parlıyor gökyüzünde..Günü aydınlatıyor, içini ısıtıyor insanın..Bayram tatili sonrası rehavetine engel olmak için ışıldıyor sanki..Gün ne getirirse getirsin bize, ne kadar karamsar olsak da, halimiz olmasa da yaşamaya, yataktan kalkacak gücü bulamasak da kendimizde, işe giderken ayaklarımız geri geri geliyorsa da, "ben hep varım" diyor sanki bize..

Gerçekten öyle ama güneş hep yanımızda, hep bizimle değil mi?En bulutlu günlerde, en karanlık olduğunu düşündüğümüz andan bize el sallamaz mı? Işığıyla yüreğimizi aydınlatıp, içimizi ısıtmaz mı?Can vermez mi bitkilere, enerji vermez mi tüm canlılara?Pes etmeden, yorulmadan, insan, hayvan, çiçek diye gruplamadan..Din, ırk, renk diye ayırmadan tüm dünyaya misafir olmaz mı?

Kışın en soğuk günlerinde,  ortaya çıkarak içimizde umut yeşerten, maratonun bitiş çizgisine yaklaşan atletin son adımlarında bulduğu gücü bize her sabah eksiltmeden veren güneş hoş geldin günüme, günümüze..

Bugün sahip olduklarımızla başlayalım güne, eksik bulduklarımızla değil, duyduğumuza inanalım kurgulara değil, hayallerimiz yön versin bize gerçeklerle, umutlarımız olsun geleceğe dair ama çalışarak, gülümseyelim herkese evrende yayılsın diye..

Ne güzel bir gün, görelim bize lütfedilenleri..Derin derin nefes alalım, sonbaharın ilk, yazın son günlerini harmanlayalım ciğerlerimizde..Şükür diyelim günümüze, günü yaşayalım dolu dolu...En büyük kazancın an'da olduğunu hatırlayalım..Hiçbir an'ı kaçırmadan hissederek yaşayalım..Her şeye sahip olduğumuzu düşünürken bile aslında sadece bize ait olanın an olduğunu unutmayalım..

An'ın tüm güzelliği, sıcaklığı, enerjisi, motivasyonu sizin olsun, bizim olsun, tüm insanların olsun..Sevgi solunan günler olsun..EN ÇOK DA BUGÜN OLSUN..


şarkı
              

4 Eylül 2011 Pazar

selvi boylum

 




Ilık bir sonbahar gecesi, yalnızım..Televizyon açık ama sesini kıstım..Görüntü var sadece..Aynı yerdeyim yine..İlham perilerimin geldiği, kendimi iyi hissettiğim için de tapuladığım bir yer değil, sadece istemsiz olarak  hep oturduğum bir koltuk evin salonunda..Hiç bir anlamı yok yani..

Kayıt sayfasını açtım.Gecenin sessizliği Sezen Aksu'nun şu şarkısıyla bozulurken, ne gelirse parmaklarımın ucuna, zihnimin derinliklerinden, kalbimin süzgecinden geçirmeden yazayım istiyorum..Önce kendim okuyayım neler söylemiş yüreğim, varsa yazım hataları düzelteyim, kalıcılaştırayım yayımlayarak sonra..

Dahasında  okurlarımla buluşsun, gelen yorumlarla şekillensin, anlamlansın istiyorum..Bazen gülümseyeyim yorumları okurken, bazen kahkahalar atayım, bazense durup bir düşüneyim..Hemen cevap yazayım sonra onlara..Derken yeni postlar paylaşılsın, onları da bir bir açayım penceremde, sırayla okuyayım.Kalbime değenlere yorum yazayım..Hislerime tercüman olanlara şaşırayım..Ve bazılarının cümlelerine, duygularına hayran kalayım..Ve itiraf ediyorum bazen de kıskanayım..

İşte sekiz aydır blog dünyasında olan benim duygularım.."Sevgi emektir" demeyeceğim, türk sinemasına bağlamamak için. (selvi boylum al yazmalım) "sevgi paylaşımdır".Paylaşımın artıkça seversin, sevdikçe paylaşırsın..Yoksa insanları, hayvanları bir kenara bırakalım eşyalara olan bağlılık neyle açıklanabilir?..

Kimin vazgeçemediği bir çantası, ayakkabısı, telefonu, bilgisayarı, evi, arabası (örnekler çeşitlendirilebilir) yoktur ki? Eşyalarla paylaşım olmaz mı ?Şahittirler yaşananlara, sessiz katılımcılardır hayatlarımıza, bazen olmazsa olmazlarımızdır onlar..

Materyaller bile yer bulurken kendilerine hayatlarımızda iyi ki var bloggerlar :) Etten kemikten onlar, sinirler, hisler ve alabildiğine ortak yönler..Paylaştıkça sevilirler, sevdikçe,sevildikçe paylaşırlar..




not:görsel, şarkı, yazı ne alaka demeyin..dediğim gibi spontan gelişti..

2 Eylül 2011 Cuma

asıl şimdi bayram..



Tatil kimileri için bitti, kimileri için devam ediyor, bayram, bayram şekeri, misafir, tatlı, aile saadeti muhabbetleri  daha çok sürer..Ben de bayramı kentimin yazlık bir beldesinde ailesiyle geçirenlerdenim.Detaylarına girmeden çok güzel geçtiğini söyleyebilirim..

Benim için en detay barındıran kısmı ise yazın bitişi..Yeni dizilerle yayına girmeye hazırlanan televizyon kanalları kadar mutluyum şimdi..Evet sezon açılıyor benim için kısa bir süre sonra..Kış sezonu..

Kendimi iyi, motivasyonu yüksek, enerjik, aktif  ve yoğun bir sezonun öncesinde, mutlu, umutlu, harika hissediyorum..Bir hafta, bilemediniz on gün sonra sahalardayım..Günlerce antrenman yapıp maça çıkacak futbolcular gibi madden, manen hazırım..

İtiraf ediyorum, şikayet edip, söylendiğim kadar da sıkıcı geçmedi yaz..Ve tam da istediğim gibi çabucak geçti..Geride bıraktığım yazların içinde belki de en çabuk geçeni, belki de en son olduğu için en aklımda kalanı..

Sonuç olarak şimdi ben mevsimlerin en hüzünlüsünde mutlanmaya, ardından gelecek mevsimlerin en safında coşmaya  hazırım..Üzgünüm yaz severler ama sıra ben de, benim gibi güz severlerde, kış severlerde...

Kış sever derken yazın son günlerinin de keyfini çıkarmayacağım anlamına gelmiyor tabi..Kaçma planımız var Bodrum'a doğru..Olmazsa kentimin güzel yerleri bizi bekler..Boğaz' da dostlarla buluşmalar, arkadaşlarla keşfetmeler yeni yerleri..

Yani bana asıl şimdi BAYRAM :)

29 Ağustos 2011 Pazartesi

pıt pıt atıyor kalbim..

Evet pıt pıt atıyor, hatta güm güm de denebilir..Öyle durup dururken, otururken, yatarken fark etmez bir başlıyor atmaya akıllara zarar..

Bu gece saatlerdir bu çarpıntıyla baş etmeye çalışıyorum..Heyecanlı değilim, kalbimi pır pır ettirecek bir şey de olmadı..Olağan bir gün olağan bir gece..Olağan dışı olan kontrol edemediğim kalbim..

Psikosomatik hastalıklar kontrol altına alınabilir diye, bu bana aklımın  bir oyunu diye yenmeye çalışıyorum kalbimi ama ne fayda..Çıktı çıkacak yerinden..Teselli, telkin, olumlu düşünme ne varsa yaptım da tam biraz yatıştırdım derken, Elif' in inleyen "anne" sesiyle tekrar harekete geçti..

Gecenin bu saatinde dondurma sevdasına nöbetçi markete giderken düşmüş ve ayağının üstüne basamıyormuş..Önceden kırılmış olan ayağı galiba çatlamış..Eh be kızım ben sana demedim mi böyle konularda bana seslenme diye..İkinci ağızdan öğrenirsem dur diyebiliyorum kalbime..

Şimdi onlar kardeşi ve babasıyla hastanede ben de bunları yazarak sakinleşmeye çalışıyorum..Ah panik atak ne hastalıkmışsın sen böyle..Aklımın bana oyunlarını sevmiyorum işte..Mücadele ediyorum etmesine de, söz dinletemiyorum..Üç sene önce geldiler kendileri, o zaman tedavi oldum, geçti ama sanırım bu yaz yeniden hareketlendi..

Anlaşılan ilk fırsatta doktoru ziyaret etmek gerek..Tuhaf gelebilir ama güçlü olan insanların başına gelen bir rahatsızlık..Ya da güçlü görünmeye çalışanların..O yüzden derim ki kendinizi zorlamayın, ağlayın, gerekiyorsa ayılın, bayılın..Kendini sıkıp, tutup, olay anlarında kriz yönetiminde başarı göstereceğim derseniz sonu kötü..Benden söylemesi..

Daha ben postu bitiremeden geldi haber, çatlamış ayağı bayramüstü..Neyse en azından kırık değil buna da şükür..

28 Ağustos 2011 Pazar

yalnız değilsin..



Kendini çok yalnız hissediyordu..Hayatının en zor günleriydi..Eski kalabalıklar bir bir azalmıştı..Zaten yanında birileri olsa bile o hep yalnızdı..Bir  yaradanı vardı; sessizce konuştuğu, yalvardığı, sığındığı, göz yaşları döktüğü..

Hep öyleydi aslında, etrafındaki iyi gün dostları olduğundayken de onunlaydı..Kötü günler onu ziyarete geldiğinde, eksilen dostlar, arkadaşlar belki de kardeşler hepsi çok uzaktı şimdi..

Hayatının hiç bir evresinde bu kadar yalnız olmamıştı..Çok zayıftı yaşadıklarından dolayı, ama bir o kadar da güçlüydü..Çalışarak aşmaya çalıştığı engeller, bir dağ olup önünde büyüyordu..Sürekli bir kapı kapanıyordu kendisine, kapanan her kapı onda yeni bir travmaya sebep oluyor..Toparlanması zaman alıyordu..

Gerçek bir rahatlık yoktu onun için..Evet ayaktaydı, uyuyor, yiyor, içiyor ama konuşmuyordu..İçine atıyor, kendine kızıyor, gittikçe daha da kapanıyordu..Aşamayacağını düşünüyordu..Çünkü dağları çok büyüktü..Sıradağlar gibi önünde sıralanmış dertler..

Oysa yalnız değildi..Yanında olmasa da başını omuzuna dayayıp ağlamasa da, konuşup güç alamasa da..Onu düşünen biri hep vardı..Tek gücü belki duaydı, belki de küçük gözetmelerdi..Ama asla onu yalnız bırakmıyordu düşüncelerinde..

Belki de hep onunlaydı..Evet o bilmiyordu  ve belki de asla bilmeyecekti ama  onun koruyucu meleğiydi..Bilmesine de gerek yoktu..Telepatik bir şekilde bile olsa kendini yalnız hissetmesin yeterdi..Sadece onu geriden takip edebilir, onun için iyi şeyler yapabilir, duyduğu kadarıyla destek olabilirdi.

Gün gelecek her şey düzelecekti..Düzelmeliydi, "kara gün kararıp kalmazdı" ya..O zaman konuşulamayanlar, söylenemeyenler söylenecek, tekrar her şey eskisi gibi olacaktı.

Olmalıydı..

Olmalı..

Lütfen olsun..

Aydınlansın o da, rahatlasın, nefes alsın..

Eskisi kadar olmasa da yine güzel günler onun adına geri gelsin..




27 Ağustos 2011 Cumartesi

ben olmaktan çıkarım..




Gün gelir de ;

Gökyüzüne baktığımda güneşi değil, bulutları
Denize baktığımda huzuru değil, azgın dalgaları görürsem.

Ormana gittiğimde oksijeni değil, korkuyu solursam,

Dost meclislerinde sevgi değil, yalan
Aile içerisinde güven değil, kaygı hissedersem.

Kardeşler birbirine  destek değil, köstek olursa,
Minareyi çalan kılıfını hazırlarsa,
Önce ben derse herkes.

Biraz da karşısındakine pay vermezse,

Yardım isteyene el uzatmazsa güçlü,
Ağlayanla ağlamazsa gülen..

Kızmasın kimse söylenmesin bana,

Çıkarım ben ben olmaktan,
Kalamam  kendimle bile..

Çünkü utanırım insan olmaktan,
Utanırım ben olmaktan..

Gülümseyemem kimselere bundan böyle,
Yüreğimdekilere bile..

                         

25 Ağustos 2011 Perşembe

halının altına süpürülmüş tozlar..




Halının altına süpürdüklerim var benim..Yıllarca çözemediğim, bir türlü halleşemediğim durumlarda kullandığım bir metot.."Konuşarak çözülmeyecek bir şey yoktur" sloganım olduysa da uzunca bir süre, artık tam tersine inanıyorum.. Karşıma çıkan bir grup insana karşı atmışım halının altına, bir de güzel üstüne basmışım yıllarca..

Ama biliyorum hala halının altındalar..Halledilmemiş sadece bir tarafa atılmış, saklanmış tozlar onlar..Toz kadar değersizler ama toza karşı alerjin olunca değer kazanıyorlar işte..Kabullenmişim öyle üzerlerini örtmüşüm ama hangi durumda kendilerine kaçacak bir delik bulup canlanacaklar diye de endişelenmiyor değilim..

Ben onları yok sayarak, beynimin arka loblarına atarak, bir köşede unutulmuş muamelesi yapsam da günün birinde bünyeye nasıl zarar verecekler derdine düştüm bu günlerde..Kurup kurup kaldırmam, temiz bir sayfa açarım her sabah hayatımda ama bazı olaylar var ki işte  hep o sayfada yazılanların arkasında bir gölge gibi gizleniyorlar..

Çözüm, çözümsüzlüğü kabul etmek dersem; belki de beni güçsüz bulusunuz, belki de korkak dersiniz yada başka bir sürü şey..Bence dersem bu cümlenin başına, ahkam kesmiş olmam.Bence; halledemiyorsan, hangi dilde söylersen söyle anlaşılamıyor ve anlayamıyorsan, bir de hayatında var olması gereken bir kişiyle yaşıyorsan bu durumları, halının altına süpürmek bir çözüm..

Genellemelerin yapılamayacağı bir durum aslında bu..Kişilerin olaylara, sözlere, durumlara vereceği tepkiler başka..Çok benzer olsak da çok ayrıyız birbirimizden..Temel ihtiyaçlar aynı olsa da detaylarımız çok farklı..Önceliklerimiz, zaaflarımız, olmazsa olmazlarımız bambaşka..

İşte bu kadar farklı ve bu kadar aynıyken birbirini anlamak zor..Şu  an bu yazıyı okuyan x bir kişi beni anlayabiliyorken, neden hayatımda var olan somut bir kişi ile uzlaşamıyorum..Her ortamda düşüncemin kabul edilebilirliği olabiliyor da neden hayatımın kesiştiği insanlarla sorun yaşayabiliyorum öyleyse?

Benim bunlara tek bir cevabım var bu yaşımda..Çıkarlar çatıştığında, istekler karşı cephelerde yer buluyorsa kendine, bir başkasını hayatında mantıklı kabul edilebilir gördüğünüz şey sizin için savaş sebebi olabiliyor maazallah..

Burdan da tüm sosyal sıfatlar anlamını yitiriyor, anlayış, empati, saygı gibi..Geriye; çözülmemiş sorunlar, kırık kalpler, denizlerle aşık atan göz yaşları, yaşanmamış hayatlar kalıyor..İçinde kalıyor, ağzına kadar geliyor, tam çıkacak "buraya kadarmış" diyeceğin anda yutkunuyor, başka değerlerin, değerlilerin için vazgeçiyorsun..

En klasiğinden oysa şöyle denir;" bu dünyaya bir kez geliyorsun, yaşayacak başka bir hayatın olmaycak, hep başkaları için yaşama, bencil ol biraz, kır zincirleri, aklına geleni söyle, yutkunup duracak kadar zamanın yok" şeklinde uzar gider..

O kadar kolay değil işte..O an savunduğun da senin, sana ait fikrin, zincirleri kırdığında kırılacaklar da senin..İnsan hangi parçasından vazgeçebilir ki?

Gerçekten ben  ne kadar kendimi ifade edebildim bilmiyorum..İçimdeki kelimeler bunlar, kalbimin sesi, duygularımın harflere dönüşümü..Anlaşılır olmadıysa da, ki az sonra ben de okuyacağım, bırakın gitsin..Bu da böyle bir şey.. 

23 Ağustos 2011 Salı

sabahın ilk ışıkları..

Yine çok güzel bir gece..Eksikleri olsa da aile saadeti..Güzel bir akşam yemeği, ardından bir aile klasiği; tabiki tabuu..Rövanş bu..Çığlık çığlığa, kıran kırana mücadele ve zafer bizim takımın..Mızıkçı abim yenilen tarafta olmanın dayanılmaz hafifliğindeydi sanırım, pek de olay çıkarmadı..Tabi oyun içi huysuzluklarını saymazsak..

Bizi seviyorum ya çok komiğiz..Herkes bir alem, bir açık bulmaya görsün üstüne üstüne gidiliyor..Kavgada söylenmeyecek sözler söyleniyor..Bir diğeri de alıp sazı götürüyor..Kahkaha kıyamet sonra..

Ve evin küçük kızı bir de kuzeni şu an tabuya ikili olarak devam ediyorlar yanımda..Uykuyla pek alakaları yok belli..Güneşi görüp öyle uyuyacaklar ya, tüm enerjileriyle gülmekten kırıla kırıla oynuyorlar işte. Arada ben de katılıyorum, kopuyoruz..Bu kadar saçma sapan anlatımlar olamaz..

Derken yine sabah olmak üzere..Bir güne daha merhaba demenin vaktidir..Sabahın ilk ışıklarında, pırıl pırıl bir deniz, bir yaz sabahı için fazlasıyla soğuk bir hava..Bu saatte henüz uykuya el bile sallamamışken, rüya görmek gibi..Hiç uyanmak istemeyecek kadar güzel bir rüya..


Etrafta kimsecikler yok, bir kaç kedi ve köpeği saymazsak..Onlarda günün ilk ışıklarına eşlik etmek ister gibiler..Sessiz ve hareketsizler..Soğuk ısırıyor, tertemiz bir gün, ayak basılmamış kum..Sanki gün sadece bana ait şu an..Başka taliplisi yok gibi..

İçime çekiyorum havayı, taaaa ciğerlerime..Hissedebiliyorum yoğunluğunu..Maviyi sevdiğimi söylemiş miydim?Denizin mavisini, gökyüzünün mavisini, bir de mavi gözleri..Belki de ailemdeki mavi gözlüler yüzündendir bu sevgim..

Çocukken babamın deli mavisi gözleri, ablamın hayran olduğum, hep almak istediğim melek mavisi gözleri..Abilerimin yemyeşil gözleri..Ne talihsiz bir çocuk olduğumu tahmin edersiniz..İçlerinde tek kahverengi gözlü olarak neler hissedebileceğimi..Geceleri ablamın gözlerini çıkarıp kendi gözlerime takma planlarımı düşündükçe kendimden korkuyorum şu an..

Yıllar sonra kabullendim aslında gözlerin ifadesinin; en az göz rengi kadar gözleri güzelleştirip, anlamlandırdığını..Yok tabi ki züğürt tesellisi değil bu..Görüneni değil özünü görme, bakma, anlama durumu bu..Yaş kemale erince her bir şeye bakış değişiyor aslında..Her yaşın ayrı bir algısı, ayrı bir olgusu var bence..

Güzel bir gece, güzel bir sabah, deniz, dalga, derken nerelere geldim ben böyle daha da uzaklaşmadan konudan, bir güne daha başlarken; okuyanlara güzel bir gün, dünyaya selam olsun..


20 Ağustos 2011 Cumartesi

merak edenlere..

Sen misin bu ay evde hep rutin bir şekilde geçecek; hiç bir aksiyon yok, sabaha kadar uyanıksın, günce yazma modundasın diye karalar bağlayan?..Çok sevilen bir dost davet edince, yoğun ısrarlara hayır diyemeyerek kendini ailece başkentte bulursun..

Şikayetim mi var? Asla..

Mutlu oldum mu? Kesinlikle evet..

Gündüz uyunup gece tam gaz gezildi mi? Bir evet daha..

Böyle enerji dolarsam, böyle bir giriş yapmam abes olmaz herhalde..Oldum olası değişikliği, kendi sınırlarım içinde de olsa macerayı sevmişimdir.Ankara' ya gitmenin neresi macera demeyin, bizde gayet de macera..

Ramazan ayında, manevi, uhrevi duygular arasındayken, İstanbul sınırlarının dışına çıkmakla pek alakası olmayan birini gecenin bir yarısında, yollara bir iki günlüğüne götürüp de bir hafta kalmak bizim aile için yabana atılmayacak bir macera.

Yol dahil her anı çok güzel geçen bu  bir haftadan bloğa yansıyanlar mı? Elbette var..

Öncelikle bilinenin aksine trafik canavarı tadında, İstanbul şoförleri ile aşık atan başkent sürücüleri..İftar saati kentimi aratmayan trafik..Denize hasret bir kentin, türlü su oyunları, havuzlarıyla süslü caddeleri..

Daha önceki ziyaretlerimden daha şık bir yüzü vardı başkentin..Öyle soğuk, gri, memur kenti görüntüsünden de sıyrılmış bence..Bir de siyaset meydanı gibi geldi bana..Kaldığımız yer Ayrancı da olunca TBMM, Sayıştay, Hava kuvvetleri, Genel Kurmay Başkanlığı  ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü kurum..

Başkentte olduğunu hissediyor insan o caddelerde, Türkiye değil de Türkiye Cumhuriyeti'nde hissediyor..Meclis ziyaretinde ise bu duygum gerçekten tavan yapıyor..





                                   Törenlerin yapıldığı alan..







                         Kırmızı halının benim objektifime düştüğü anlar..




                          Ve böyle sessiz haline pek tanık olamadığımız salon..




                        Meclisten Kocatepe Camiinin görüntüsü




Farklı bir atmosfer, farklı bir gün oldu benim için..Hep televizyondan izlediğim, basından takip ettiğim siyasetçilerin soluduğu ortamı solumak..Başka dünyalardan bir tanesine konuk olmaktı benim için..Bir kere daha gitmek istiyorum, bu kez tatil olmasın ama bakanlar, vekiller, devlet erkanı orda olsun istiyorum..Biraz ütopik mi oldu ne :) ?

Tabi ki bir hafta da sadece TBMM' yi ziyaret etmedik..Parklar, eğlence diyarları, AVM' ler..Şirinleri de Ankara' da izlemek varmış..Çok keyifliydi, Şirin severler tavsiye ediyorum..

Tüm detayları benim belleğimde kalsa da sizle bir şey daha paylaşmak istiyorum.Ankara' da yaşayanlar bilir..Kent Park alışveriş merkezinde  konuşlanmış, kesinlikle görülmeye değer bir müze  var.Tarihe adını yazdırmış bir çok ünlünün heykelleri..Farklı heykeltıraşların ortak çalışmaları..İnanılmaz derecede gerçekler..Sanki dokunsanız kızacak gibi bakıyorlar..Abartmıyorum hepsiyle tek tek sanki göz teması kurdum..Çok etkilendim..

Bir kaç fotoğraf paylaşacağım, aslında hepsini çektim ama, hala görmemiş olan varsa mutlaka ama mutlaka görmenizi öneririm..



                                               ATATÜRK VE FİKRİYE HANIM




                                               İngiliz müzik grubu The Beatles


                                                       Hürrem sultan


                                         Ve  Kanuni Sultan Süleyman

   
                                                        Yunus Emre




                                              Bizimkiler maskelerle çok eğlendi.




                                     Güldürü ustaları Kemal Sunal  ve  Levent Kırca





                                  KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş


 Dahası Kent Park  AVM' de.. Tarihe yolculuk dört boyutlu ne dersiniz?




Not: geçen süre zarfında  post yayımlamamış olmama rağmen beni unutmayıp ziyaret edenlere teşekkür ederim..Etmeyenlerle de başka postlarda buluşmak üzere..
sevgiler...