30 Nisan 2011 Cumartesi

günce..


           

Aklıma her geleni söylemem elbette..Buna rağmen önce yutkunup sonra konuşmak, bazense yutkunup susmak..Vazgeçilmezlerim olmuşlardır zaman içinde..Kimbilir belki de yazma ihtiyacım bu sebepten doğmuştur..


İşin aslı yazarken de yutkunamasam da hep bir şey tutuyor beni..Tamamen içimden geldiği gibi yazamadığımın farkındayım.Yasakçı bir toplumda ya da kuşakta büyümenin etkisi belki de..İnsanların ne diyeceği ile ilgilenen bir kuşak..

Yazarken kimin ne diyeceği değil de, belki yanlış anlaşılabilme korkusu, yada yanlış anlatabilme..Ölüm yoktur oysa sonunda, ama bir kontrol mekanizması var işte engel olamadığım..Tamamen özgür yazabilsem cümlelerim çok daha düşük olur belki, kelimelerim birbirini tekrarlar ama daha gerçek
yansıtır beni..


Yazı; yazanı, söz; konuşanı mı yansıtmalı ?Yazan sadece kendini anlatmaz elbette..Duyduklarının, gördüklerinin, biriktirdiklerinin; kendi algısından, kendi yüreğinden, kendi kelime hazinesinden, kendi penceresiden sızmış halidir..

Gecenin ikisinde bu düşünceler zihnimi kurcalıyor..Okuduğum bloglarda bazen tutuk cümleler, sınırlı aktarımlara şahit olurken, sıcak ve samimi olanları daha bir keyifle okuduğumu farkettim..Ne kadar farklı kişiler olsak, ne kadar farklı mekanlarda yaşasakta benzeriz, duygularımız , isteklerimiz benzer..İşte o yüzden paylaşım ne kadar doğalsa o kadar da yakın hissettiriyor..

Bunu çok iyi farketmeme rağmen uygulamadaki sıkıntı beni üzüyor..Kimbilir belki içimden geldiği gibi, nasıl anlaşılır diye düşünmeden yazabilirim..Aslında eğer paylaşılıyorsa belki de o kadar da şeffaf olmamak mantıklı olabilir..Çelişkilerdeyim, düşüncelerdeyim dedim ya böyle işte..


Sonuç olarak burdayım, okuyorum, yazıyorum, düşüncelerimi kalıcılaştırıyorum..Benim için yazdıklarım kırklı yaşlarımın güncesi olmaktan öteye geçmeyecek olsa da, okuyanlarla buluşmak inanılmaz bir mutluluk..Bir grupta sohbet etmek gibi bir şey bu..Sizi dinliyorlar, kimileri  sessiz kalıyor gerçekteki gibi, iç sesiyle kendine yorumluyor, kimileri düşüncesini söylüyor..Anlatabiliyor ve anlaşılabiliyor olmak insana iyi geliyor..

 Herşeye rağmen, yine de yutkunmakta fayda var sanki!


görsel: web

27 Nisan 2011 Çarşamba

nasıl taşıdığım önemli..

                                      
          
Beyaz tenli, mavi gözlü, bembeyaz saçlarıyla yetmiş yaşlarındaydı en son onu gördüğümde..Hani         kadife sesler vardır, konuşmaya başladığında sanki bir enstruman çalıyor gibi gelir. Hele anlattıkları koca bir ömrün çıkarımıyla tatlı tatlı öykülere dönüştüyse, hiç susmasın istersiniz..Kibarlık ve nezaketin en yoğun  şekli hakimdir kelimelerinde..Kültürlü, görgülü, bir o kadar da gururlu ve güzel görüntüsüyle kimbilir kimleri daha etkilemişti beni benim gibi..

On dört yıl geçmiş görmeyeli..Hasta olduğunu duymuştum, duymuştum da gidememiştim türlü nedenlerle..Dün onu gördüğümde bir kez daha anladım ki hayata bu denli sıkı tutunmak anlamsız..Benim demek saçmalık..Hiç bir şey senin değil..Sen sadece sıradan bir emanetçisin..Vakti gelince herşeyi bırakacaksın.Görevin sadece o süre boyunca sana verilen emanete sahip çıkman..Çıkman, istemen de çıkabileceğinin garantisi değil..O yolda uğraş, olur diye umut et sadece..

Çok uzun boylu olmasa da yapılı bir teyzeydi..Kiloluydu da diyebiliriz aslında..Otuzbeş kilo olmuş, kemikleri bile kalmamış, boyu posu endamı gitmiş..Yatakta kaybolmuş nerdeyse..Yüz aynı güzellikte hiç bir şey kaybetmemiş..Bir bebek kadar masum ve çaresizdi öylece..Konuşmaya başlayınca bir kez daha hayran kaldım..Yaşadıklarını anlatışındaki pozitiflik, hastalığını sanki grip olmuşçasına basit anlatışı, o kibar ses tonu ve kelimeleriye, sohbet arasında kıssadan hisse sözleriyle bir kez daha hayran bıraktı kendisine..

Yine ders verdi yani..Hayat ne getirirse getirsin sana, nasıl taşıdığınla alakalı herşey..Yiyememe hastalığına yakalanmış kendisi, erimiş bitmiş..Bacak ağrılarından uyuyamıyormuş, her türlü bakımı bir başkası tarafından yapılıyormuş..Sanki bu durumda kendisi değilmişçesine güçlü, kimselerin moralini bozamayacak kadar sevimli, dahasıyla da baş edebilecek kadar pozitif..Çok sağlıklıymış gibi, kendisinin hiç bir derdi yokmuş gibi karşısındakinin sorunlarıyla, hayatıyla ilginecek kadar kibar..

Hayatta duruş önemli denir ya, hayatıyla ders verenler vardır ya işte onlardan birinin yanındaydım dün..Herkesin en büyük dert benim, en dayanılmaz hastalık benim diye birbiriyle yarıştığı bir dönemde, hastalığını, çaresizliğini böylesine olumlayıp etrafındakilere, kendisine bakarken enerji veren bu İstanbul hanımefendisine bir kez daha hayran kaldım..İstediği gibi ders aldım..

Paylaştım sizlerle de çünkü,  belki şu an  kendini kötü hisseden biri, bir derdi olup da çıkar yol bulamayan, kendini en çaresiz, en çıkmazda hisseden  biri de okur ve benim gibi bu teyzemizden güç alır, moral bulur, şükreder..

 Nasıl taşıdığım önemli, ne yaşadığım değil, nasıl yaşadığım önemli..
           
                                         

25 Nisan 2011 Pazartesi

şahidim..

                    

En büyük zevkimdi onu uyandırmak sabahları..Perdeleri çekilmiş karanlık bir odada derin derin nefes alırken, az uyandırmışlığım yoktur onu..Bazen saçını çekerek, bazen gıdıklayarak, bazen öperek, bazense su dökerek üzerine..Ne çok sinirlenirdi, ağzına geleni sayar; yastığın, pikenin altına saklanırdı..

Güne erken başlamayı taa çocukluğumdan beri severmişim demek..Ya da bizim ailenin düzeni öyleydi..Uyanır uyanmaz üst kata çıkar kuzenimin odasına sessizce girer, uyandırırdım..Sonra güne birlikte başlamanın verdiği mutluluğu yaşarken ben, o uyandırılmanın siniriyle güne negatif başlardı..Birlikte yapılan kahvaltıdan sonra bitmeyen, keyifli saatler başlardı bizim için..

Her şeye güler, her şeyden keyif alırdık..Güneş tepedeyken bile kavrulmak pahasına bisiklete biner..Etrafı keşfe çıkardık..Denize giderdik birlikte, boğulma tehlikelerimizi bile birlikte yaşardık..Ne çok voleybol oynardık..Tüm aile fertlerinin katıldığı yakar toplar ise erkeklerin şiddetli atışları ile gerçekten canımızı yakardı..
İstopta akla gelmeyen en kötü lakapları takardık birbirimize..Dokuz taş ise vazgeçemediğimiz oyunların başında gelirdi..

Gün boyunca yapmadığımız aktivite  kalmaz akşamüstü ise fanatiği olduğumuz dizimizi izlerdik..Akşam yemeğinden sonra üstümüzü değiştirir,sosyalleşmek adına kordona inerdik.Kordon derken İzmir  Kordon değil tabi ki..Bizim yazlığın kordon diye adlandırılan yürüme, sosyalleşme caddesi..Görmek istediklerimiz görür, belli noktalarımızda çekirdek çitler, sohbetler ederdik..

Gece on ikiye kadar en fazla dışarıda kalabilirdik.Ne de olsa abilerimiz de aynı ortamda olduğu için sorun çıkarmazlardı..Eve dönmek istemez ama dönerken de bir sürü olay çıkartırdık..Amacımız sadece eğlenmekmiş  ki komik olsun olmasın her şeye gülerdik..

Eve dönünce de ayrılmaz kendi bahçemizde kuzenler takılır, kimi kavga eder, kimi sohbet, gecenin bitmemesi için elimizden geleni yapardık..Her gece son gecemiz kadar uzun olsun bitmesin ister, her sabah ilk kez görüyormuşçasına heyecanla buluşurduk...

İki katlı bir evde, iki kardeşin çocukları olarak çok güzel günler geçirdik..Küslüklerimiz, kavgalarımız da olurdu..Barışmalarımız o kadar güzel olurdu ki, şimdi düşünüyorum da o heyecanı yaşamak için küserdik belki de..

Aradan çoook yıllar geçti..Biz hala beraberiz, neler yaşanmadı ki o yıllar zarfında..İyi günde, kötü günde hep beraber olduk..Birlikte ağladık, birlikte güldük..

Bugün de çok güldük..Aynı çocukluğumuzdaki, genç kızlığımızdaki gibi..Geçmişten hiç bahsetmedik günün komedisini yaptık farkında olmadan..İyi ki dedim bugün, iyi ki babam ve amcam hep birlikteler, her türlü yaşamsal sorunlara rağmen ilişkilerini bugüne getirebildiler..Ve biz kuzenlerin ilişkileri de aynı şekilde sürüyor..Herkesin değeri elbette kendine özel, ama kardeş çocukları olmak, çocukluktan bugünlere gelmek de başka bir değer..



Sonuçta o benim çocukluk arkadaşım, genç kızlık arkadaşım, olgunluk arkadaşım, belki de ve dilerim yaşlılık arkadaşım..Kuzenim o benim; çocukluğum, gençliğim, şahidim..

görsel: web

hata..

                                   

Hoşlandığı gencin de kendisini beğendiğini anlayınca ne kadar da mutlu olmuştu..On altı yaşında olabilirdi ama sevmişti..Konuşma fırsatı bile bulamamışlardı hiç..Şimdilerde olduğu gibi değildi, kırk sene önce aşklar..Camdan bakarken yoldan geçen mahallenin çocuğu ya da mahallenin esnafı olması kuvvetle muhtemeldi.

O da fotoğrafçısıydı mahallenin..Kız da küçük bir şehirde, memur babanın altı kızından biriydi..Küçük bir yerde oldukları  için çok dikkatli olmaları gerekirdi..Birileri fark etse dedikodu alıp giderdi başını..

İstemeye geldikleri gece duyduğu bir yalan haber hayatının kararını etkiledi.."Fotoğrafçı başkasına da talip oldu" denmişti..Çok incinmiş ona inat başka birisine varmıştı..

Varmıştı da düğün fotoğraflarını onun çekmesi, kaderin bir cilvesi miydi?Düğün günü kendisini şoka sokmuş, hiç bir resimde gülümseyememişti.Oysa en mutlu günü olmalıydı..Yuva kuruyordu, o yaşta doğru yaptığını düşünüyordu..Belki hala doğrusuydu diyordu dili, ama ya yüreği..


Yüreği başka bir şey söylese bile dili artık gerçeği söyleyemezdi tabi..En büyük çocuğu nerdeyse kırk yaşına gelmişti..Anlatmıştı onlara bu öyküyü, sevdasının başlangıcını bitişini ama..Yanılmışım, yanlış yapmışım demek öyle kolay değildi..Hayat devam ediyordu eşiyle ve çocuklarıyla..Pişmanlığı kabul etse ne olacaktı ki?

Yıllar önce ona dair bir haber almıştı felç olmuş..Ege' de bir sahil kasabasında fotoğrafçılık yapıyormuş hala..Şimdi gitse karşısına 'biz evlenecektik neden başkasına yolladın aileni, senin yüzünden ayrıyız' dese ne değişirdi ki?O yalana hala inanıyordu..Biliyordu ki onu seven başka bir kızın uydurmasıydı..İnanmak istiyordu çünkü inanmasa kendi hatasıyla yüzleşmesi gerekecekti..

Kendi elleri ile mi itmişti saadeti? Hayır eşiyle de mutlu olmuştu, çocuklarını dünyaya getirip onları hayata kazandırma mücadelesindeyken bunları düşünmeye vakti olmamıştı da..Onlar evlenip kendiyle konuşmaya kendini dinlemeye vakti olduğunda bunları düşünmüştü.Kabul edemese de yaşadığı  pişmanlıktı...

Belki de öyle fevri davranmasa tüm yaşamı çok farklı olabilirdi..Bunu hiç bilemeyecekti ama son nefesine kadar da bu düşüncenin aklından çıkmayacağını biliyordu..Kader insanın elindeydi..
Kader böyleydi..

not: Bir ablanın gerçeğinin benden aktarımıdır..Detayları kendinde saklı..

23 Nisan 2011 Cumartesi

ruhunu özgür bırak..

        

                
                                         
Kendine gülümsemek her şeyden önemli..Öyle kolay değil kendine gülümsemek..Vicdanın rahat olması gerekir, yüreğin hafif..Eğer ağır yükleri varsa taşınamayan, ezilir altında, somurtur bir ömür boyunca..Önce kendini inandırmalıdır yaptığına, yanlış olduğunu düşünüyorsa kendine affettirmelidir kendini..Kişinin kendine verdiği ceza benzemez hiçbir şeye.En iyi avukatın bile savunması bile bitirmez mahkumiyetini..


Eğer sen affettiysen kendini, söz geçirebildiysen yüreğine, bilmeli ki karşındaki de affeder seni..Hem affetmeli ki affedilebilmeli..Ruh özgür kalmazsa nefes alamaz, aldırmaz da etrafındakilere..Zindan olur dünya hepsine..Değer mi bahşedilmiş bir ömrü zehir zemberek geçirmeye, geçirtmeye..Varsa verecek hesabın önce kendine vereceksin, kendini geçebilirsen her jüriyi geçersin..


Oldum olası severim ben gülmeyi, gülümsemeyi..Önce kendimi iyi hissettirir bana, sonra etrafımdakileri..Bilirim gülersem güne, gün de güler bana..Bilirim gülümsersem herhangi birine, ona da geçer enerjim..Belki küçük bir mutluluk yaratır,  sadece yüzünü değil ruhunu da gülümsetir..



Yine güldüm güne dün, bugün..İçimdeki her türlü sese rağmen güldüm..Onlara inat kahkaha attım hatta..Hiçbir şey yokmuşçasına gülümsedim..İnandım kendim de yüzümün güldüğü an yüreğimin de güleceğine..Gülemezse de yüzüm kadar en azından gülümseyebileceğine..Evet evet yüreğim gülümsüyor şimdi, buruk da olsa, kırık da.

Biliyorum ben çünkü hayat hep aynı çizgide gitmez..Hem o kadar düz gitmek de sıkıcı canım..Arada hareket gerek, enerji dolmak için harcamak gerek..Şarj edip tekrar devam etmek gerek.Durup bir nefes almak, düşünmek kendine bir yol açmak gerek..Her gidişin bir dönüşü olduğu gibi her inişin de bir çıkışı var demek gerek..
 

Gün de gülümsüyor şimdi bana güneşle birlikte..Az sonra ben  de çıkacağım el sallayacağım güne, güneşe..Gülümseyeceğim hafta sonuna kızımla birlikte.. Plan yapmadan, tasarlamadan nereye götürürse bizi orada bulacağız kendimizi..Kim bilir belki bir dostla beraber koyu bir sohbette bulacağız kendimizi, belki oksijeni bol bir ortamda, belki  de deniz kenarında yürürken..

Ben özgür bırakıyorum ruhumu, geçmişe dair mahkemelerde süründürmüyorum..Nerde yanlış yaptım demiyorum..Neyi değiştirebilirim değil, nasıl güzelleştirebilirim diyorum.Bu amaca hizmet ederek şimdi; güzel bir hafta sonuna benim gibi düşünebilenlerle  selam duruyorum..

                                                    

22 Nisan 2011 Cuma

çelişki..

                                                   

Uzaklaşmak geldi içimden bilmem neden? Sanki birilerine kırıldım, bir duygu uzaklaştırdı beni düşüncelerimi yazıya dökmekten..Kırgınlığım kendime diye düşündüm önce, bilgisayarın karşısına geçtim her zamanki gibi; maillerime baktım, izlediğim blogları ziyaret ettim, gazetelere, haber sitelerine uğradım..Yeni kayıt sayfası açtım, açtım, baktım, bir iki cümle yazdım sildim..Bunu farklı zamanlarda üç beş kez tekrar ettim..Sonra bıraktım bir daha hiç uğramadım yazmak için, izlediğim blogları da okumadım..

Kime küstüm acaba dedim, ne oldu bana ? Yoksa kelimelerle arama bir şeyler mi girdi? Yazmak mı anlamsızlaştı ya da? Düşüncelerimi kendime tekrarlamayı mı seçtim? Belgelemekten mi korktum hislerimi? Bildiğim, bilmediğim okuyucularımdan mı çekindim yoksa? Beni yanlış mı anlarlar? Yoksa kendimi yanlış anlatmaktan mı korktum?

Yüzeysel mi yaşadım bu bir haftayı? Olağanüstü bir hal mi vardı ki? Hayır alabildiğince sıradan, olağan bir haftaydı..Sadece yazmak olmayınca uzaklaştığım, daha bir cevapsız kaldı sorularım..Okumaktan, dünyalarına girmekten keyif aldığım bloglarıda ihmal edince kendimle çeliştim..Son beş ayın benim için en keyifli olduğunu düşündüğüm anlarından vazgeçtim çünkü..


Yasaklı günlerinde oysa ne kadar üzülmüş, kendimi nasıl yalnız hissetmiştim..Bloğuma girebilmek, yazabilmek, okuyabilmek için her türlü yolu denemiştim..Sabahlarımın ve gecelerimin olmazsa olmazı haline gelmişti oysa..Benim iyi dostum olmuştu kısa sürede..Kızgın olduğum zaman beni sakinleştiren, üzgün olunca hüznümü dağıtan, mutluluğumu artıran, beklentisiz, tepkisiz, nötr dostum benim..O hala beklemiyor biliyorum ama ben haksızlık ettiğimi düşündüm..

Sadece yazmadım, okumadım değil düşünmedim de ben..Aklıma gelen düşünceleri hemen sildim, elimin tersiyle ittim..Bilmem belki de mola verdim..Düşüncelerimin derinliğinden ayrılmayı tercih ettim..Kim bilir belki de alacağım kararlardan korktum..Yapabileceklerim, yapamayacaklarım engelledi belki de beni..Bilinçaltımın bir oyunuydu sanırım..Yaparım ben bunu zaman zaman, baş edemediysem düşüncelerimle, kavga ediyorsam kendimle, çelişiyorsam hareketlerimle kaçarım kendimden ve herkesten..İnzivaya çekerim belleğimi, kalbimi..Uzaklaşınca hepsinden bir süre yeniden başlayabilirim, yeni bir sayfa açabilirim..

Elbette eksik kaldım ben bu sürede, yarım hissettim kendimi..Sonra bu satırlarda buldum çareyi..İfade etmek istedim, neden yoksun bıraktığımı kendimi..Hemen açtım sayfayı başladım kelimelerimi buluşturmaya önce kendimle sonra umarım sizlerle..Kaldığım yerden başladım dostları okumaya..Kızdım yine kendime dolaşırken bloglarda..Paylaşılan tüm postları okumaya başladım..Bayağı birikmiş, şimdi keyifle okuyorum hepsini..Yine geldim, burdayım..

Mutluyum..

Gülümsüyorum..

görsel: web

15 Nisan 2011 Cuma

eski filmler gibi..

                                                     
                                         

Siyah bakıyorum dünyaya..Gözlerimin siyah olduğunu sanmayın, karamsar olduğum için hiç değil..Tamamlayıcı olduğu için belki..Hangi rengin yanına konsa, yakıştığı için yada..Yalnızken de çok anlamlı olduğu için belki..


Gücü temsil ediyor sansam da, hem yası  simgeliyor hem de en özel günlerin vazgeçilmez rengi..Tezatlık onun temeli..Zıtlık belki de besliyor  beni..Beyazın yanına daha yakışanı var mı? Kırmızı ise siyahsız düşünülemez..Yeşil huzur veriyor, sarı neşelendiriyor, pembe hayallere daldırıyor, mavi denizin enginliğini hatırlatıyor, mor canlılık veriyorsa da benim rengim siyah..

Siyah bakıyorum dünyaya, karanlık değil..Beyazı daha beyaz görüyorum siyah bakışlarımda..Ağaçları, bitkileri en yeşilinden izleyebiliyorum, gökyüzündeyse mavinin tüm tonlarını ayırt edebiliyorum..En  siyah anımda bile yağan kar bembeyaz düşüyor yerlere, yüreğime..İnsanları seviyorum siyah bakışlarımla, dünyayı seviyorum kendi aydınlık karanlığımda.

Siyahı seviyorum tamamlayıcı olduğu için, beni tamamladığı için, kendimi tamamlayıcı hissettiğim için, hissettirdiği için de olabilir..Siyah savaşın rengi, kötülüğün, uğursuzluğun, felaketin..Beyaz barışın rengi, zerafetin, asaletin, iyiliğin, saflığın, temizliğin..Beyazı anlamlı kılan siyah işte..Birbirlerine ne kadar da yakınlar aslında çook uzak görünseler de..Kötü olmazsa iyinin kıymeti bilinmez ki..Çirkin olmazsa güzelin ne anlamı kalır..Siyahsız beyaz da olmaz işte..


Renklerin dili, enerjisi etkiler elbette beni..Görünen renk değil, benim nasıl gördüğüm önemli..Bakışlarımla o rengin birleşiminde çıkan renk benim rengim..Herkesin aldığı koku farklıdır ya renkler de öyle..Ateş kırmızısı bazen soluk gelebilir bana..En uçuk renkse alabildiğince canlı..Görünene aldanmamak gerek öyleyse..

En güzel filmleri de siyah beyaz izlemedik mi? Hayalimizde onlar rengarenkti oysa..İstediğimiz zaman istediğimiz renkteydi..Şekilsel değildi..Duyumsadığımız gibiydi, her karede farklı renklere bürürdük karakterleri..O filmlerde biz de oyuncuyduk, bize de düşen bir pay vardı..


Sonra renklendi işte filmler..Aslında hayal gücümüz kısıtlandı.Her şey biri tarafından sunulduğunda olduğu gibi olduk..Hislerimiz bile sınırlandırıldı..Eksiklik ilham verir oysa insana..Her şey tamsa, düşünülmüş, hatta daha ileriye gidilip yapılmışsa  geriye durağanlık kalır, seyretmek kalır..

Ben oyuncuyum dünyamda siyah beyaz görüyorum her şeyi,sonra  ben renklendiriyorum belleğimde istediğimi istediğim renkte..İşte o yüzden ben beyaz bakıyorum dünyaya, siyah bakıyorum..Tamamlasınlar diye birbirini..Beni tamamlasınlar diye..Hayatımın renklerini ben seçebileyim diye..

Ya siz?

not: serde beşiktaşlı olmak  var tabi :)
                                                   

13 Nisan 2011 Çarşamba

kendinden gidebilir misin?

                    
             

Zaman zaman gitmek ister insan..Baş edemez yaşadıklarıyla, duygularıyla..Çözümü gitmekte arar, gidince biteceğini düşünür..Bilir de aslında işe yaramayacağını, yolu yoktur kalmamıştır, o an tek çaredir gitmek..Giderse her şey bitecektir sanki, kurtulacaktır kendini üzen olaylardan, kişilerden onu sıkan her şeyden..

Zor da olsa yeniden başlayacaktır..Geride bırakacaktır attığı adımları..Yeni adımlar için engel tanımayacaktır..Direnecektir zorluklara başka bir sayfada..Önceki sayfalara bağlı kalmadan okuyacaktır diğer sayfaları..Hatta yazılmış sayfalarda değişiklikler bile yapacaktır istediği şekilde..

Evet hazırdır bunlara, gücü de vardır..Bir şey vardır ama onu tutan..Bir kalemle silemez, unutup gidemez, geçmişe sünger çekemez ki..Onu bağlayanlar vardır bugüne..Yarınlar onu bekler ama, bugünden götürmesi gerekenler vardır..Yalnız değildir artık o.. Yaşadığı her şey onundur çünkü, nereye gitse onunla beraber gelecektir..

Bedenen gitse de ruhen hep bir şey onu geçmişe bağlayacaktır..Nereye giderse gitsin  bırakamadığı bir şey vardır..O da kendisidir..ruhudur, vicdanıdır, iç sesidir, çocukluğudur, gençliğidir, gelecek olan yaşlılığıdır, ölümüdür belki de..

En zoru kendinden gitmektir..Mümkün mü kendinden gitmek?
Kendinden gitmek çocukluğundan gitmektir..

Sokakta oyun oynayıp, düştüğü, ağladığı, güldüğü günlerden gitmektir..Büyümeye başladığı kendini, kim olduğunu anlamaya başladığı, ilk heyecanların, ilk aşkların olduğu günlerden gitmektir..

Okul yıllarından, ilk iş gününden, ilk iş vereninden, ilk iş arkadaşlarından, sonrasında hayatına giren herkesten gitmektir..

Aşık olduğu ilk insandan, hayatını birleştiği kişiden gitmektir..Annesinden babasından gitmek, kardeşlerinden, çocuklarından gitmektir..

Öyle kolay değildir gitmek, demir halatlarla bağlıdır insan yaşadıklarına...Unutmak istese de unutamaz..Bellek böyle bir şeydir..İstenmeyenleri unutturmaz sana, istediklerini de hatırlatmaz..O kadar kolay olsa keşke, sil tuşuyla her şeyi silebilse beyin..Kaydet tuşuyla da ölümsüzleştirse..Makine değil insan, tuşlarla yönetilemiyor..Yok aslında tuşlar insanda da var..Var da mekanizma duygularla işliyor..Her tuş bir duyguyla harekete geçiyor..Sil tuşuna basarken hisler devreye giriyor..Silemiyorsun..Arşive bakmak istediğinde bir şeyler sana engel oluyor, şayet bakabilirsen de göz yaşların sana eşlik ediyor..En zoruysa kaydetmek, istediklerini kaydetmen için uyarı gönderiyorsun ama, kalıcılaştırmak için bayağı  bir çaba gerekiyor..

Saçmaladım galiba.Böyle işte bunlar döküldü parmaklarımdan.."Geriye dönmeden" yazdım der bazı bloggerlar; geldiği gibi, düzeltmeden..Ben öyle yapmam genelde.. Söylemek istediğim anlaşılsın, sanki ben okuyormuşum hissi versin diye  bir kaç kez okur noktalamalara, vurgulara dikkat etmek isterim, ederim  de elimden geldiğince..Anlam bütünlüğü olsun, girişi gelişmesi sonucu olsun, önce bana, sonra okuyana anlaşılır olsun isterim..Bu kez ne yazdım, neden yazdım, nasıl yazdım, bakmadım tekrar da okumayacağım..

Hani en yakın arkadaşınızla hesapsız konuşursunuz ya, nereye gittiğini , kimi incittiğini düşünmeden..Günlüğünüze yazarsnız ya;  hırçın, kızgın, yoğun bir biçimde..İşte ben de şimdi öyle dokundum tuşlara, kimi zaman sertçe, öfkemi onlardan alırcasına, ama ne yazdığını bilmeden konuşur gibi..

Söz uçar ya hani işte öyle..Tamam bu yazı, söz değil.. Kalacak biliyorum ama ben uçar gibi yazdım..Uçsun da kalmasın..Öyle işte...

                                                  

8 Nisan 2011 Cuma

yaşamak..

                
                                       
 "Nefes alırken; dünyadaki iyi,  güzel, olumlu her şeyi içimize çekmeli, verirken; kötü, çirkin negatif ne varsa dışarı atmalı"..Bilindik bir cümle bu, söylemesi kolay ama yapması  zor gelen..Pozitif düşünce gücüne her zaman inanan biri olarak, güne güzel başlamak adına öncü oldu diyebilirim bu söz..


Gözlerimi kapatıp aldığım her nefeste; güzel olduğunu düşündüğüm, bana iyi gelen şeyleri hayal edip, derin bir şekilde içime çektim.Tuttum orda nefesimi, ağzımı sımsıkı kapattım gitmesinler diye, sonra kendimde, dünyamda olmasını istemediğim şeyleri hızlıca düşünüp yoğun bir itici güçle dışarı çıkardım..


Bu seansı üç kez tekrarladım..Derin bir rahatlık, huzur hissettim.Normalde nefes alıp vermek rutin bir eylem..Çoğu zaman fark etmem bile..İçimi sıkan bir şey olduğunda derin nefes alma isteği kendiliğinden gelir oysa ki.Sıkıntıyla derin nefes alma isteği arasındaki bağlantı nedir acaba dedim, düşündüm..

Nefes alan her canlı yaşıyorsa, yaşam kalitesinin nefesle kurabileceği fikri de makul geliyor kulağıma..Bol oksijenli, yemyeşil bir ortamda alınan derin bir nefes,türlü sebeplerle kirlenmiş bir havada solunan nefesle karşılaştırılamaz elbette..

Söz konusu olansa;  fiziki koşullar ne olursa olsun, düşünce gücüyle hissetmek, oksijeni en bol ortamdaymış gibi hissedip, nefes almak..Sinirli anlarda denir ya "derin nefes al".. İşte alınan o derin nefes, ben istemesem de tazelenmiş bir oksijenle beni yatıştırıyor..Beyin hücrelerimi yeniliyor, daha mantıklı düşünmeme sebep oluyor..

Aslında bizim için her şey düşünülmüş, yaşam kaynağımız bize can verirken, içine her şeyi de koymuş..İş bunları keşfedip uygulamaya koymak..Ölümle yaşam arasındaki ince çizgi nefesten ibaretse, olumsuz düşünerek aldığım nefes beni yaşayan bir ölü yapmaya mahkum eder..


İncelik burda saklı işte..Nefesimi nasıl kullandığımda, ister nasıl yaşadığımı düşünmeden nefes alırım ölü gibi, ister aldığım her nefesin değerini bilip yaşarım canlı gibi..

7 Nisan 2011 Perşembe

kelimeler..

                             

Kimsenin tercih ederek gitmediği, adı anıldığında olumlu bir düşünce çağrıştırmayan, olmazsa olmaz bir yerdeyiz dokuz gündür..Başta korkarak, çok mutsuz bir şekilde geçen hastane günleri, son dört beş gündür yerini neşeli,  mutlu anlara  bıraktı..


Birisi eksik olsa da bugün üç kardeş hastanede gülmekten bir hal olduk.Belki de yan odalardaki hastaları rahatsız eden kahkahalar attık..Neden mi? Sessiz film, tabu ve kendi buluşumuz olan kelime oyunları ile çocuklar gibi eğlendik..

Kırklı yaşlara girdik ama neşemizden bir şey kaybetmedik..Yine çocukluk günlerimizdeki gibi eğlendik, eğlendirdik..Hatta bu eğlenceye telefonla kelime sorarak üniversite gençliğini de dahil ettik..Şüpheli kelimeleri google da aradık, iddia ettik, kızdık, kızdırdık.

Belki bugünün çocukları bu oyunlarla eğlenemez, hatta tuhaf karşılarlar "bu da bir eğlence şekli mi diye".. Bizim çocukluğumuzda oyuncak pek yoktu..Ben ablama, abilerime göre şanslıydım bir iki plastik bebeğim, kocaman bir pembe panterim, şebnem kağıt bebeklerim vardı, ama en sevdiğimiz oyuncağımız kelimelerdi..

Entellektüel bir aile değil, tam geleneksel bir karadeniz ailesiydik oysa..Babamın olmazsa olmazı her sabah evimize giren, önce kimin okuyacağı için üzerine kavgalar edilen bir gazetemiz vardı..O sayede tanıştık kelimelerle, çözdüğümüz bulmacalarla, spor haberleriyle, aktüaliteyle..


Ve bir daha hiç ayrılmadık onlardan, yine en sevdiğimiz onları birleştirerek oluşturduğumuz cümlelerden..Kelimeler oyuncağımız oldu evet, ama biz onları kullanarak oynamadık kimselerle..

Güvenin, sevginin yerini hiçbirşeyin dolduramayacağını anladığımız günlerdeyiz şimdi..Zor günlerde birlik olmanın, özverinin, emeğin önemini anladığımız günler..Elbette bunlar bildiğimiz değerler, ama zaman zaman unutulan ve hatırlanması gereken..

Günün sonunda şunu söyleyebiliyorum; kardeşlik güzel şey :)
Ötesi yok bence..
                               
                                                                

6 Nisan 2011 Çarşamba

sinerji...

                                               
                                        


Hafif bir serinlik geliyor balkonun aralık kalan kapısından..Oksijen doluyor odanın içi, havası yenileniyor..Nefes almak kolaylaşıyor sanki, bir tazelik geliyor insana havayla birlikte..Kışın kasaveti yerini, baharın hafifliğine bırakıyor..

Dört duvar arasında, küçük bir aralıktan sızan hayat bu..Yaşama sevinci bu..Yaşam kalitesine can veren bir sızıntı bu..

Ama tamamen teslim olmuyor..Görünüyor, soluk aldırıyor, umut barındırıyor, gidiyor..Nefes alıp veriyor gibi; önce ciğerlerinize kadar giriyor, girerken her bir hücreye değer gibi, çıkarkense hiçbir şeye dokunmadan terk edercesine gidiyor gibi..

Nefes alamamak; bir yerde kapalı kalmak, köşeye sıkışmak, duvarlar üstüne üstüne gelmek gibi, yalnız kalmak, yapayalnız olmak gibi..

Nefes alabilmek; ay çiçeği tarlasında, sarının tonlarında, çekirdeklerin arasında kaybolmak gibi, masmavi derinliklerde çılgın dalgalarla boğuşup deniz suyunu yutarmış gibi, az sonra o derinliklerde kaybolacakmış gibi..

Gökyüzünde, bulutların üstünde aşırı oksijen alıp ciğerleri patlayacakmış gibi, aşağı inerse nefesi tükenip bayılacakmış gibi..


Ormanda, ağaçların arasında, çam kokuları içinde ferahlayıp, yeniden doğacakmış gibi..Bir bebek gibi, ağladıkça ciğerleri açılacak gibi..

Bir çiçek bahçesinde çiçeklerin renkleri arasında, her renge bürünmek gibi, kokuları içine çekip her kokuda ayrışmak gibi..


Kuşlarla birlikte uçarken, her kanat çırpışta daha da güçlenir gibi..Kar yağdığında soğuk içine işler gibi..

Düşündüm de kapı ardına kadar açıldığında, duvarlar kalktığında, gökyüzü tavan olduğunda  ne  yaşanacak gibi?

                               

1 Nisan 2011 Cuma

rağmen sevgi..

                                                                                       

Bugün bir yardım toplantısındaydık arkadaşlarla..Güzel otantik bir mekan, ney eşliğinde, gönül hoşluğuyla geçen bir kahvaltı..Farklı beyinlerin, farklı fiziklerin, ortak bir noktaları vardı..Kahvaltı midelere doygunluk hissi vermişti evet ama, ruhlara aynı hissi verense, ortak nokta olan yardım edebilme duygusuydu..


Konuşmacı sahne aldığındaysa gönüller daha bir hoş olup, huzur bulmuştu..Konuşmanın bir yerinde sevgi türlerine değinildi..Daha önceden bildiğim, sizlerin bildiğini düşündüğüm bu konuyu tekrarlamanın yararı olacağını düşünüyorum..

Eğer türü sevgi; bir koşula dayandırılan.Eğer şöyle yaparsan seni severim, şöyle yapmazan sevmem gibi..Kimse sanırım böyle bir sevgi istemez.Çünkü türü sevgi; seviyorum çünkü güzelsin, seviyorum çünkü akıllısın gibi..Bu da çok tercih edilmez sanırım. Sahip olunan vasıf herneyse, kaybolduğunda sevgi de kaybolacaktır çünkü..


En kabul göreneni hatta tercih edileniyse; rağmen sevgi..Seni şöyle olmana rağmen seviyorum, ya da şöyle olmamana rağmen seviyorum gibi..Ne kadar önemli değil mi? Sanırım sessiz kalabalık o an kendini sorguladı, acaba kim tarafından rağmen seviliyor, kimi rağmen seviyorduk diye?

 
Belki, bir yada bir kaç cevap bulmuştur herkes kendince..Ama en özel cevap ne evlattı, ne aile..Bizi sevabımızla, hatamızla, günahımızla seven Rabbimiz..Ve bir çoğumuz bu en özel sevgi biçimiyle sevildiğimizin  farkında  bile değiliz kimbilir..

İyiliğin, insanlığın, merhametin, paylaşmanın vurgulandığı, hissedildiği bu güzel toplantıdan sonra, iç huzuruyla ayrıldık mekandan..Yine güzel bir amaca hizmetle hasta ziyareti yaptık..Gönül aldık, umut verdik, umutlandık..Sevgi verdik, aldık..


Varoluş amacımızı hatırladık, tebessümün, küçük bir jestin, basit bir yardımın hangi kapıları açacağını, hangi gönülleri mutlu edeceğini, birlik beraberlik gücünün önemini  bizzat yaşadık..Kimi zaman yorulan, bıkan, ümidini kaybeden yüreklerimizi tazeledik..


Bunları hissedebildiğim, insanca duyguların hala varolduğunu görebildiğim için mutluyum, umutluyum.Sevgi halka gibi olsun, bir yenisi daha, bir yenisi daha eklenerek kocaman olsun..Nesillerden nesillere aksın..İyilik, insanlık ölmesin, kalıcı olsun..