31 Temmuz 2011 Pazar

yalnızlık



"İnsan yalnız doğar, yalnız ölür." Yüzeysel olarak okunduğunda çok klişe bir cümle..Derin düşünüldüğündeyse iç karartıcı, karalar bağlatıcı türden..Bir çoğu tarafından kabul görmeyen bir gerçek..Sahte kalabalıklara aldanan, kendini yalnız olmadığı dönemlere kaptırıp, hep öyle olacağına inandıranlar için, anlamsız bir gerçek..

"Hayat" bize armağan edilen, her anında başka bir anlam barındıran yaşanılası hayat..Bir çok şeyle özleştirilir de bana en yakın geleniyse merdiven...Basamaklardan ibaret bence hayat..Her basamak başka durumlar içermekte..
Yukarı çıktıkça, yaşam kalitesi de yukarı çıkmıyor her zaman..Ya da inişe geçildiğinde her konuda iniş olmuyor..

İşte o basamaklarda bazen varlıklarından mutlu olunan, bazense geride bırakılıp üzeri örtülmek istenen kişiler girer hayatlara..Onlar yalnız olmadığı hissi uyandırır insanda ama basamak değiştiğinde ya geride kalırlar ya da beraber gibi görünse de derin yalnızlıklara terk ederler insanı..

En derin yalnızlıklar en kalabalıklarda olmaz bazen..Ailesinin, en sevdiklerinin yanında, en güvende olduğunu hissettiğinde belki de  en yalnızdır, en korunmasızdır insan..En savunmasız anında, en zayıf olduğunda en yalnızdır..O zaman kalabalıklar önem taşımaz işte..Hatta daha da yalnız olmak ister, ses duymak istemez kaldırabildiği tek ses, kendi sesidir..Kimi zaman ona bile dayanamaz..

O basamakları ön göremez insan, her basamakta yaşayabilecekleri kendi içinde gizlidir..Bilebilse belki ona göre davranır, gardını alır, düşmez yalan kalabalıkların büyüsüne, rehavetine..Sonra vakti gelince anlamanın hayatta yalnız olunduğunu, kötü hissetmez o kadar kendini..

Severim ben yalnızlığı, bilirim insan ne kadar sosyal bir varlık olsa da, eşsiz, dostsuz, arkadaşsız yapamasa da yalnız gelmiştir, yalnız gidecektir..Yol boyunca ona yarenlik edenler olacaktır..Hepsiyle farklı kazanımlar edinecek, farklı paylaşımlar yaşayacaktır..

Seçim bu noktada devrede, o yol arkadaşlarını seçmede..Ruhların aynı tellerden çalanlarını bulmakta marifet..Eğer o denk gelirse işte zaman, yalnızlık bile güzel olur..

şarkı bu..

kendimle baş başa



En sevdiğim anlar, herkesin uykunun kollarına kendini bıraktığı, ya da odasına çekilip kendisiyle baş başa kaldığı saatler..Onların yokluğu değil elbette bana iyi gelen, benim kendimle kalmam vazgeçemediğim..Günün yorgunluğuna rağmen hemen uyku moduna girmeden, usulca kendimle konuşmak, bir kaç sayfa okumak, belki bir kaç blog ziyareti, sosyal paylaşım siteleri ya da şu an olduğu gibi bir şeyler karalamak..

Karalamak sanki kötü bir tanımlama gibi geldi bana..Ben karalamıyorum ki şu an kendimle konuşuyorum, yetmiyor, kalıcılaştırıyorum, yetmiyor bir de şahit tutuyorum konuşmalarıma..Okurları dahil ediyorum sohbetime..Biliyorum onlar sessiz katılımcı ama merak etmeyin ben onların yerine müdahalelerde bulunuyorum kendime..Tek başına satranç oynar gibi, bir kendi yerime hamle, bir de karşımdaki için..

İnanılmaz yorgunum şu an, ayaklarıma kara sular indi deyimiyle örtüşürcesine..Yumuşacık yastıkta uykuyla buluşmak, rüyalar aleminde hayat bulmak  varken, tercih etmiyorsam sebebim kendimle olan randevum..

Hatırlıyorum da çocuklar küçükken, çok hareketlilerken, enerji patlamaları yaşarlarken, onlar uyuduğunda kendimi yeniden doğmuş hissederdim..Saat kaç olursa olsun kendimle buluşur, geceyi dinler, sessizliğe, dinginliğe hayran kalır, kendimi ertesi günün hareketine hazırlardım..

Hatta uyku saatleri gelmeden uyutmak için her türlü yöntemi denemişliğim de vardır..Ahhh günler hiç bitmeyecek sandığım, kendime hiç zaman ayıramayacağımı düşündüğüm günler çooook gerilerde kaldılar..Evet şimdi bebek, çocuk hareketliliği yok ama ben hala aynı ben..Yalnız kalma seanslarına hep ihtiyaç duyan, sessizlikte kendini dinleyen ben..

Öyle dertlenen türden değil söylemler, tam aksi dertleri hafife alan, sessizliğin keyfinden, her şeyi pozitif hissettiren düşünceler, sesler..Çözümsüzlüğü bile çözüm kabul edip çözüme gidilen terapiler..

Şimdi herkes  odasında, sesler devam ediyor, konsantrasyonumu bozuyorlar, bir an önce uyusunlar..Beni benimle bıraksınlar..Galiba ben  huysuz bir yaşlı olacağım, belli bir sürede sosyalleşmek, sonra kabuğuma çekilmek istiyorum..Evimde kalmaktan vazgeçemiyorum, bir yerde kalma fikri bile rahatsız edici geliyor, şayet seyahat değilse..Arkadaşları, aileyi kalmamak için ikna ediyorum bazen kırıcı olmak pahasına..

Şimdi yalnızım, mutluyum, kendimleyim..Seviyorum kendimi, hayatımda var olan herkesi, her şeyi..En çok da sessizliği, geceyi, sükuneti..Konuşmayı sevmek, sükutu sevmemek anlamına gelmiyor demek ki.Öyleyse susuyorum "söz gümüşse sükut altındır" ne de olsa ...
                             

30 Temmuz 2011 Cumartesi

ilk göz ağrısı..

Elif Özkan


Bugün benim için özel bir gün..Elma yanaklı kızımın, ilk göz ağrımın doğum günü..Hepimiz çok mutluyuz elbette..Onun büyümesini izlerken, hayatta aldığı yollardaki sağlam duruşundan, özgüveninden, yaşam ve insan sevgisinden, dostluğundan, yardımsever kişiliğinden dolayı çok mutluyuz..

Kendisi gece boyunca doğum günü kutlamalarını kabul ettiği için uyuyor yanımda..Bense on dokuz yıl öncesinden başlayarak bu güne gelen anılar yolculuğu içerisindeyim..Doğumu, ilk yaşı, ilk okula başladığı gün, ilköğretim mezuniyeti, liseyi bitirişi gözlerimin önünde..Hiç geçmeyecekmiş gibi gelen yıllar ne de çabuk bitmiş..Nasıl hızlıca geçmiş ömürden on dokuz yıl..

Neler yaşanmadı ki bu zaman zarfında, hiç biri unutulmadı, günlüklere düşüldü belki de çoğu, acısıyla tatlısıyla..Belleğimdeki anı defterinde hep farklı öyküler yer buldu kendisine..İlk çocuk olmasıyla ilgili belki de hayatımda hep ilkleri yaşattı bana..Zorluklarıyla baş ederken ben, onun var olma mücadelesi verdiğini şimdi anlıyorum..Özerkliğini kabul ettirme, kimliğini bulma çabalarındayken o; üzüntülerimi, kaygılarımı göz ardı edişini şimdi daha iyi anlıyorum..

Birlikte hep deneme yanılma yöntemiyle, kimi zaman  eğlenerek, kimi zaman göz yaşlarıyla, kimi zaman sessizce, ama hep birlikte geçen yıllar, inşallah ilerdeki birlikte geçirilecek yıllara başlangıç olmuştur..

Onun için her şeyin en iyisini dilemek, varsa yapılacak bir şey yapmak, onu hep en iyiye, en güzele, taşımak için çaba sarf etmek, o gülünce gülmek, üzülünce içerlenmek, hep kaygı duymak, hep korkmak hayattan, o yatağında  uyuyunca sadece huzur duymak, dışarıdayken hep aklı onda kalmak, sürprizler yapmak mutlu etmek için, gurur duymak yaptıklarıyla..

Yanlışında karşısında durmak, dil dökmek saatlerce, ikna etmek..Başarması için yanında olmak, ağladığında yanında olmak, güldüğünde yanında olmak..Ömür izin verdiği sürece yanında olmak, hiç bıkmamak, hiç pes etmemek..Annesi olmaktan gurur duymak..Güzel bir ömür dilemek ona, her şeyin en güzelini dilemek..

Gönlünden geçenler hep  iyi olsun ve her şey gönlünce olsun kızım..
                           
              27-07-2011/ çarşamba 02.30


not:elde olmayan sebeplerden şimdi yayınlanmıştır :)


20 Temmuz 2011 Çarşamba

sonbahar mı geliyor?


En sevdiğimin, vazgeçilmezimin, kentimin sıcaktan kavrulduğu günlerde klimanın karşısına geçmiş bloglar arası gezinti yapıyorum.Yazın rehaveti blogları da etkilemiş belli..Sıcak her bölgede etkin mevsim itibariyle, insanlar seyir halinde..Deniz, havuz ferahlamak için gidilecek ilk duraklar elbette..Bir de tatilde kitle iletişim araçlarından uzak kalmak, doğal bir tatil geçirme derdi var tabiki..Sessizliğin sebeplerinden bir diğeri de bu olsa gerek..

Kış insanı olarak, yazın düzensizliğinden, amaçsızlığından, enerjisizliğinden hoşnut olmayan biriyim ama yine de sesimi çıkarmadan, söylenmeden geçirmeye çalışıyorum sayılı günleri..Bakıyorum da en çok sıcağı isteyenler şikayetçi sıcaklardan..İnsanoğlu hep olmayanı istiyor diyorum ne de olsa..Sahip olunanların farkında olunmamasıyla ilgili bir şey bu galiba..O zaten var, cepte..Olmayan isteniyor haliyle..

Ben her şeyiyle kabulüm kış mevsimini.Bitse şu kış artık yaz gelse, kemiklerimiz ısınsa demem, demedim de..Ama sonbahar gelsin, hırkalar, ceketler gözde olsun, akşam serinliklerinde şallar alınsın diyorum galiba..Yapraklar sararsın, dökülsünler birer..Yollar sapsarı olsun yapraklarla..Kuşlar sürüler halinde göç etmeye başlasınlar..Yağmurlar yağmaya başlasın azar azar..Şemsiyeler çantalarda yerini bulsun..

Deniz dalgalansın, geceler uzasın yavaş yavaş, güneş daha az ışıtıp daha az ısıtsın..Dalgalar, denizler selam söylesinler herkese..Yaz gelene kadar bir daha sadece manzarasıyla yetinsinler..Aşklar yaşansın sonbaharda, öyle yaz aşkları gibi kısacık değil ama..Uzun, çok uzun sürecek, sevgiye dönüşecek kalıcı aşklar yaşansın..Bitmesin bir ömür boyu..

Şarkı mı tabi ki bu ..

Havaya girdim şu an, sanki bir serinlik gelmeye başladı..Şarkıdan mı, klimadan mı bilemedim ama iyi geldi..Siz de bunaldıysanız şayet, sonbaharla başlayıp kışa götürün hayallerinizi iyi geliyor, tecrübeyle sabittir..


Her ne kadar her mevsim bir başka güzelse de kış mevsimi en güzelll..


                                                

19 Temmuz 2011 Salı

blogname..



Ne mektup yazmışlığım vardır sevgiliye, ne de yolunu gözlediğim mektuplarım oldu benim..Postacı geldiğinde hiç  heyecanlanmadım  o yüzden..Oysa biz mektupların en önemli kitle iletişim araçları olduğu çağa aittik..

İlk çağdan bahseder gibi hissettim kendimi..Gelişen teknolojinin hızı, on yılları çağ gibi farklı kılıyor birbirinden.On dokuz yaşındaki kızım iki üç yaşındaki zamanlarından, tarihi öncesi çağlar gibi bahsediyor..İnanamıyorum bu duruma bazen..Bir zamanlar ben annemle kuşak çatışması, zamane kavgası yaparken; çağ dışı, eski fikirli olma sırasının bana gelmiş olması şaşırtıcı..

Üzülmüyorum, dert etmiyorum bunu kendime..Biliyorum ki ilerde kızım da çocuğunun yanında böyle hissedecek..Ne kadar yeniliklere açık olunsa da, gündem takip edilse de, bir tık geride kalıyor insan..Kalmalı da, gelenler elbette önde olmalı bizlerden..

Mektup demiştim, çok nostaljik gelse de üzerine yaşlar akıtılan mektuplar, kokulu, renkli kağıtlara aktarılan duygular..Askere, sevgiliye, eşe, kardeşe sıralanan satırlar..Yıllarca saklanan zarflar, sararmış yapraklar..Açıp tekrar tekrar okumalar, "belge niteliğinde" kavramını açıklayıcı, sayfalar..

Tertemiz sayfalara dökülen güzel sözlerle bezeli, sitem, sevgi, aşk dolu mektuplar..Şimdiki maillerin, mesajların yanında ne kadar da saflar, duygu dolular..Bir tuşla silinemez onlar, silinemeyecek kadar yoğun hislerle yazılmışlar..

Şimdi nereden aklıma geldi bilmiyorum, içimden mektup yazmak geldi..Kalemi kağıdı elime alıp değil ama..O kadar alıştık ki klavyeye evet evet burda mektup yazacağım.Elbette bu mektubun bir sahibi olacak her mektup gibi..Hatta birden fazla, kaç kişi okursa o kadar alıcısı olacak mektubumun..

"Sevgili okur,

Mektubuma başlamadan önce selam ederim..Nasılsın iyimisin?Beni soracak olursan ben çok iyiyim..Buralarda hava çok sıcak, evden dışarı çıkamıyoruz..Orda nasıl havalar?Çoluk çocuk ne yapıyorlar?Bizimkiler iyiler yaz tatilinde köye gittiler..Tatil bitince dönecekler.."

Böyle devam etmeyeceğim merak etmeyin sadece küçük bir dokunuş yapmak istedim eskiye :) Varsa paylaşmak istediğiniz mektup anıları, sebep olsun diye bir girizgah..Paylaşırsanız çok keyifli olacağını düşünüyorum..Daha önce yapıldı mı bilmiyorum ama mim konusu bile olabilir?Unutamadığınız, sakladığınız bir mektubunuz var mı mesela?Belki sandıklar açılır, mektuplar varsa fotoğraflarıyla
yoksa anılarıyla paylaşılır ne dersiniz?

sevgileeeer..


                       

veda ederken


"Aslolan iyi bir insandı "denebilmesi için gerektiği gibi yaşamak..Kimin ne dediğine göre yaşamak değil bahsettiğim.Elbette kendi çizgine göre yaşamak, tercihlerini hayata geçirmek, olmak istediğin yerde olmak..Sadece zaman-mekan farkı gözetmeden iyilik düsturuna göre yaşamak..

Hiç zor değil aslında..Hayatın belli evrelerinde karşılaşılan insanlarla kurulan ilişkilerde iyi kelimesinin içini doldururcasına davranmak..Burda " iyi"  derken bir melek gibi  olmaktan söz etmiyorum..İnsanız elbet, hislerimiz, beklentilerimiz, arzularımız, zaaflarımız var.Bunların eşliğinde, varlığında  iyi olmak.

Temel ilke herkesin iyi olmasını istemekten geçiyor..Kendi mutluluklarını, başkasının mutsuzluğu üzerine bina etmemekle, merhametli olmakla, çevrede olup bitene duyarsız olmamakla, elden  geldiğince yardım sever olmakla..

Bunlar, sonradan öğrenilmesi, uygulanması zor değerler..Bebeklikten  beri yoğrulurken kullanılan malzemelerle alakalı tabi..Sonradan eklenenler de olacak elbet, öğrenmeyle gelenin de tadı farklı olacaktır..

Dün katıldığım bir cenazede yapılan son duada, belki de çoğunluk gidene değil, insanın son yolculuğuna ağlıyorlardı..Bir canlının hayata vedasıydı onları böylesine hislendiren, hüzünlendiren..

Ve ne ilginçtir ki o son duada sadece, aile, akraba, komşu değildi bulunan, helallik istenen, yoldan tesadüfen geçenler, orda yaşayan hayvanlar, bitkilerde  o kategorideydi..İşte  hüner herkesin bir gün yaşayacağı o son yolculukta, uğurlamada bulunanların aklından, ruhundan, kalbinden yaş akıtacak kadar "iyi insandı" dedirtmekte galiba..

Yokluğu sadece eşine, dostuna, ailesine üzüntü verecek  bir kişi olmamak gerek öyleyse..Geçtiği her yolda, aldığı her nefeste, bulunduğu her ortamda, insanların dışındaki canlılarda bile  bir boşluk, bir hüzün bırakacak şekilde yaşamak gerek.Hedef ise evrende bırakılacak hoş bir ses..Söylendiği gibi;

"BAKİ KALAN GÖK KUBBEDE HOŞ BİR SEDA İMİŞ..."

16 Temmuz 2011 Cumartesi

otobiyografi



Yine yalnız olduğum akşamlardan birinde bana dalgalar arkadaşlık ediyordu..Ritmik bir şekilde kıyıya vuruş sesleri yalnız olmadığımı hissettiriyor, kulağımı okşamakla kalmıyor, ruhumu da okşuyordu..

Aslında yalnız değildim, yalnız hissetmeme sebep olan bir sessizlik hakimdi evde..Evin klasik kadrosundan iki kişinin eksik olması doğal bir sessizlik ortamına sebep oluyordu..En büyük yalnızlığı, kalabalıklarda hissedebilen ben, şimdi  ise sessizliğin içindeki yalnızlıkla meşk ediyordum..

Ne zamandır aklımda olan bir kitap, şimdi elimde büyük bir ilgiyle beni içine çekmişti..Biyografi okumayı sevdiğimi hissettim bir kere daha, özellikle farklı dönemlerde yaşanmış hayatları okurken büyük bir keyif alıyordum..

Hemcinslerimin yakın veya uzak tarihte yaşanmış ama kendi kaleminden anlattıkları hayatları ilgi uyandırıyordu ben de..Bunu  merak olarak nitelendirmeyin ya da meraklılık, bendeki sadece, kişinin hayatını  kendi aktarımıyla okumak..Hatta okurken okuduğumu değil dinlediğimi, duyduğumu hisseder gibi  okumak..

Okurken kendi hayatımdan benzerlikler bulmak, belki de büyük farklılıklar arasında şaşırmak..Yaşadıklarının bir dram içermesi, zorluklardan mücadele ile kurtulup mutlu sonla bitmesi değil beni çeken, dediğim gibi çok mutlu, sorunsuz, güllük gülistanlık bir hayat da, sahibesi tarafından kaleme alındıysa benim için çekici olmuş demektir..

Evet sözünü ettiğim Ayşe Kulin'in  Hayat ve Hüzün serisinden Hüzün..Öz yaşamını anlatırken aynı zamanda Türkiye ve dünyada öne çıkan olaylarla yaşadığı döneme de ışık tutuyor..

Benim içim o kadar sürükleyici ki yarıladım kısa sürede, sonra durdum hayır bir günde bitirmek istemediğime karar verdim..Biliyorum bugün sonunu görürüm..Hiç yapamıyorum ama ağır ağır okumak istiyorum aslında..

"Hayat" yoktu kitabevinde alamadım..Arayı açmadan onu da okumak istiyorum ki hayatı tam manasıyla bütünleşsin bende..Ondan sonra düşüncemi paylaşmak isterim sizlerle..Okurken karar verdim, yapabilir miyim bilmiyorum ama, bir gün kendi hayatımı yazarak da kalıcılaştırmak..Şimdi değil tabi, ömür olursa altmışlı yaşlarımda, gözlükler gözümde belki de titrek ellerle ama şimdi değil..

İlgi duyacaklar vardır biliyorum, özellikle yakın çevremde..Aslında en çok ben merak ediyorum  yaşamımı, yaşarken atladıklarımı, üstünü örttüklerimi, ağladıklarımı, ağlatanları, gülümsetenleri, güldüklerimi, dönüm noktalarımı, keşkelerimi, kendimden sakladıklarımı..Şimdi düşünmüyorum bunları sadece yaşıyorum sessizce..Günü gelince seslendirmeye karar verdim ömür ve sağlık elverirse..

Ve okurken Ayşe Kulin'in çocuklarını düşündüm..Çocukları gibi düşündüm kendimi okurken, kimi zaman gülümsedim, kimi zaman üzüldüm..Bir de çocuklarından dinlemek isterim aslında ya da okumak,  yazar olayları böyle yaşarken çocuklar cephesinde Hayat nasıldı diye?

Şimdi artık vakit okuma vaktidir..Bu kadar söz yeter..



not: burada sözü geçen kişinin fotoğrafı çekildi, en kısa zamanda başka bir postta sizlerle tanışmayı bekliyor :)

                                                      

13 Temmuz 2011 Çarşamba

gülümse kaderine




Kuş sesleriyle uyanmak güneşli pırıl pırıl bir sabaha, her türlü negatifliği bir kenara bırakıp güzel bir güne merhaba demeye sebep mi? Kesinlikle sebep olmalı..Polyannacılık değil amacım, etrafta olan güzelliklerin farkında olabilen bir yapım var elimde değil..

Herşey yolunda olmasa da, üzerini örttüğüm, çıkarmaktan korktuğum, kendimle konuşmaktan çekindiğim sorunlarım olsa bile, çiçek-böcek, deniz, yağmur, kar ve bilimum (afet harici) tabiat olayı beni mutlu etmeye yetiyor..Sevdiğim bir arkadaş, yüreği güzel bir insan, bir genç, bir çocuk sohbetime dahil oldu mu, bırakıyorum istemsiz olarak herbir şeyi, anın tadını çıkarıyorum..

İstesem, planlasam yapamam biliyorum, içimden gelen bu..Şikayetim yok, hayatla barışık oluyorum sürekli..Bazen düşünmek istesem, derinlere insem, kendimce çözümler arasam, bir dostumla konuşsam, paylaşsam, sorgulasam kendimi hooopp bir anda uzaklaşmışım konudan, bambaşka tellerden çalmaya başlamışım.Psikoloji de kabullenilmiş çaresizlik mi denir bu duruma acaba ama ben böyle tanımlıyorum.

Şikayetçi olduğun şeyleri değiştiremiyorsan, buna gücün yetmiyorsa kabul edeceksin durumu, bu bendeki..Doğru mu bilmiyorum, dediğim gibi kendiliğinden gelişen bir hal bu..Ve yaşam doğru mu yanlış mı olduğunu kendi gösterecek bana diye düşünüp, bırakıyorum bir kenara..

Bazen dertlenmek istiyorum, karalar bağlamak, kimseyle iletişim kurmamak, uzaklaşmak herkesten, izole olmak yaşamımdan, gitmek çoook uzaklarda bir yere gitmek..Bunu eyleme dökemesem de hiç, düşüncelerimde yaptığımda bile geri dönüyorum.Beni yaşamımda tutan, geriye çağıran vazgeçilmezlerim var çünkü..

O zaman karar veriyorum, herşeyiyle istesem de istemesem de şu an yaşadığım benim, bana ait..Derdiyle, neşesiyle benim..Vermek istesem veremem, alıcı çıksa alamaz.. Gülben'in bu şarkısı devreye giriyor bir yerde..Tarkan' dan  bu  şarkı belki de..Ve örnekler sürüp gidiyor işte..

Kuşların cıvıltısı arttı şu an sanki eşlik ediyorlar klavyenin sesine, daha hızlı daha hızlı yaz der gibi şakıyorlar..Merhaba de güne, güneşe diyorlar bana..Güne gülümse, yaşama gülümse, kaderine gülümse diyorlar bazen usulca, bazen çığlık çığlığa..Arada yavaşlıyor onlar da, sesler ayrışıyor insanlarda olduğu gibi, solonun dinginliği başka olsa da koro çoşturuyor beni :)
  
                                             

12 Temmuz 2011 Salı

yaz arkadaşım..



Seksen beş yaşında bir arkadaşım var benim..Yaşını seksen beşte donduralı beş yıl olmuştur sanırım..Kimliğinde doksan belki, belki küsuratı da var bilemem..Bildiğim bir şey çevrenizde görebileceğiniz nadir insanlardan..

Komşuluk zevkine nail olduğum insanlardan kendisi, zamanla komşuluktan öte benim için arkadaşlık sıfatına terfi etmiş biri..Nasıl olur demeyin?Bal gibi de olur..Doksan yaşındaki bir insandan hasta, halsiz, muhtaç, yaşlı, bakımsız olması beklenir değil mi?

Oysa benim arkadaşım, gençlere taş çıkartırcasına sağlıklı, bakımlı, pozitif, yaşamayı, gezmeyi seven, misafirperver, eli açık, hayata sıkı sıkıya bağlı ama bir o kadar da kadere razı, güçlü bir Anadolu hanımefendisi..Aslında İstanbul'un en güzel semtlerinden birinde ikamet etse de yıllardır, saydığım bu özellikler bence geleneksel kültürümüzün en güzel ifşalarından..

Neredeyse on yıl önce hayat arkadaşından ayrılmanın hüznünü hep yüzünde, gözlerinde barındırsa da, bir çocuğun gülen gözleriyle gülümseyebilecek kadar mutlu..Dizlerinin ağrısı defalarca ayağa kalkmasına günlük yürüyüşünü yapmasına engel değil.Kulaklarının az işitmesi yaptığımız güzel sohbetlerin devamına engel değil..Ellerinin titremesi misafirlerine ikram etmesine hiç mi hiç engel değil.. Her şeye rağmen moralini bozmayıp yaşamına tüm konforuyla devam etmesine, güzel yüreğineyse hiçbir engeli yok..

Biliyorum bu yazıdan hiç haberi olmayacak ve burada vakit kaybetmemdense yanında olmamı, birlikte denizin mavisini izlerken, dalgaların sesinde, sohbet eşliğinde kahvelerimizi yudumlamamızı ister..Bense hayatımda ders niteliğinde olan bu insandan bahsederek, böyle de yaşanabilirmiş, böyle de yaş alınabilirmiş boyutunu paylaşmak istiyorum..

İstisnasız bir şekilde sabah yedi buçuk civarında uyanılır...En geç sekizde kardeşi ve yardımcısıyla kahvaltıya oturulur..Kahvaltıları diyetisyenlerin en klişe listesi gibidir.Üzerine bir bardak süt içilir..Sabah gazetelerine göz atılır, televizyon yüksek sesle açılır, takip ettikleri programın başına geçilir..Biraz sohbet de eşlik eder öğlene kadar olan zamana..

Hazırlıklarıyla birlikte, saat birde öğle yemeğine oturulur aynı düzende.Alınması gereken her türlü protein, vitamin bu öğünde alınır onlarca..En özel, en güzel yemekler yapılır öğlende..Misafirler de öğle yemeğinde ağırlanır..Öyle çayla geçiştirilmez..Mutlaka bir türk kahvesi vardır zaman zaman benim de eşlik ettiğim, her öğle yemeğinden sonra..Derken üst kata ağır ağır çıkılır, gecelikler giyilir ve öğle uykusuna yatılır, namazlarını eda ettikten sonra..

Saat beş gibi kalkılır, ikindiden sonra tekrar mutfakta tatlı bir telaş başlar beş çayı için, saat altıyı da bulsa..Hafif kahvaltılık, zeytinyağlı çeşitleriyle son bulur yemekleri geceye kadar..Güneş artık çekilmiş hava hafiflemiş, esintiyle karışık dingin keyifli akşamüstü sohbetlerine merhaba denir..Kimi zaman farklı sesler katılır bu sohbetlere kimi zamansa çekirdek kadro ile sınırlı kalır..

Yılların yorgunu eller ve dizlere aldırmadan, çiçeklerle uğraşılır hafiften, su verilir usulca, tadında..Yürüyüşe çıkanlara verilen selamlar eşlik eder, güzel akşamlara..Tüm gün deniz kenarında su satan yaşlı amcadan her gün su alır hiç ihtiyacı olmasa da..Balıkçı günün nevaleleriyle geçerken haftada bir gün mutlaka uğrar kendisine..Güne ve herkese gülümseyerek günü tamamlarlar..Evlerine çekilirler hava kararınca, meyve saatleri gelir daha sonra..İzledikleri dizileri vardır muhakkak aksatmadıkları..

Yatsı ezanıyla beraber çıkarlar tekrar odalarına, gece ibadetlerini yapıp gece yarısı olmadan kendilerini bırakırlar uykunun kollarına..Mışıl mışıl uyurlar sabah ezanına kadar..Ve yeni bir gün başlar..

Acaba aynı düzende geçen doksan yıl mı bu sağlığın, mutluluğun, huzurun, düzenin kaynağı?..Yoksa yaşanan her şeye rağmen ayakta kalmalarının sebebi inançları mı?Belki her ikisi belki daha bir çok sebebi var..Bildiğimse ben daha yıllarca onun yaşanmışlıklarını, dünyayı gezerken gördüklerini  tekrar yaşarmışçasına anlattıklarını dinleyebilirim..Ömürler ne kadar izin verir bize bilmem ama en sıra dışı, en canlı, en mutlu, en umutlu, en yaşlı ama en genç arkadaşım seni tanımak da, tanıtmak da ayrı bir zevk..


not : biliyorum  çok uzun oldu ne kadar özetlemeye çalışsam da ama daha ne detaylar var anlatamadığım kim bilir belki onlar da başka bir gün başka bir postta can bulur..

kendisinden izin alırsam resmini de paylaşmak isterim..Bilemiyorum tabi izin verirse..

kalıcı olana can ver!


Hep böyle değil midir? Kimin hak edip etmediği görecelidir  de nedense bir değer veren taraf vardır bir de onu hak etmeyen..Sözünü ettiğim sosyal bir hak ya da hukuksal bir hak değil elbet ama en az onlar kadar önem taşır insan hayatında..

Bir takım rollerin üstlenildiği ya da yakıştırıldığı  bu yaşam oyununda değerler karmaşası, haklar çatışması, kaçmalar, kovalamalar yaşanır durur..Her an anlam bulunamayabilir yaşananlarda..Yaşanan her saniye değerlendirilemez belki..

Kimi zaman kendini dünyanın merkezi gibi görürken kimi zaman her yaratılanın bir sebebi olması bile anlamlandırmaz onu..Yararsız, boş, çaresiz görür kendini..Varoluş sebebini arar durur fark etmeden..Kimi zaman karanlıklarda kaybolurken sönmüş bir mum gibi, kimi zaman parlayan bir ışık olur, süzülür..

Hep en iyi olunmaz hayatta, bazen en üzgün, bazen en dertli, bazen en zavallı, bazense en umutsuz..En umutsuz anda en mutlu, en zavallı anda en güçlü, en dertli anda en neşeli olmak da ütopya değil aslında..

Ve  hiç bir şey göründüğü kadar uzak değil..Hissedilen, görünen de sanıldığı kadar yakın değil..Zıtlıklarda saklı her şey..Gizem gibi görünen aslında ayan beyan ortada..Her şeyin açık olduğunu düşündüğün şey de ise ne gizler saklı..

Hayat gizi aramakta, bulmakta, anlamakta yaşamakta saklı belki.Kendini buna aşırı kaptırmamak gerek ama..Özel bir dedektif gibi çalışmadan normlarda aramada..Hem oyuncu hem seyirci olduğumuz dünyada sahneyi akılcı kullanmada..

                           

11 Temmuz 2011 Pazartesi

bir çocuk kadar



Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk kadar üzgündü,

Rüyasında, masallar ülkesine gidememiş bir çocuk kadar mutsuz,

Bisikletinin lastiği patlamış bir çocuk kadar çaresizdi,

Bir bebeğin ağlayışı gibi süresizdi gözyaşları,

Bir çocuğun gözlerindeki korkuydu sanki yüreğindeki..


Oysa şimdi bir çocuğun dondurma yerken olduğu kadar mutlu,

Bir çocuğun kaydıraktan kayarken olduğu kadar heyecanlı,

Bir çocuğun gökyüzüne bıraktığı balon kadar özgürdü..

Balonların süzüldüğü gökyüzü kadar sonsuz,

Denizde dalgaların sesiyle yalpalayan tekne kadar keyifli..

Çünkü;

Bir çocuk kadar masumca sevdi..


veee geldimm..

Gezdim, gördüm, dinlendim ve geldim, tatilin en klişe şekilde ifade ediliş şekliyle..Beylik laflar etmeyeceğim, ben kültürel gezi yaparım sadece, tatil demek boş durmak, deniz, güneş, havuz demek değildir diye..Herkesin tatil anlayışı kendine elbette..Başkalarının yaşam şekline eleştiri getirmektense,
kendi yaptıklarımla ilgilenmeyi tercih ederim..Bu demek değildir tabi hiçbir şeyi garipsemem, yadırgamam..Kimi zaman şaşkınlık diz boyu bile olur hatta ama ondan öteye gitmez..Hayat kendisinin, seçimde kendisinin demekle yetinirim..

Benim için güzeldi geçirdiğim on gün.."Öğrenmenin yaşı yoktur" sözünü doğrularcasına bazı çıkarımlar elde ederek dönmekte hoş olmadı dersem yalan olur..İnsan mozaiğinin en yoğun olduğu yerlerden biri bence tatil köyleri..Benzer zevklerle orda buluşulmuş da olsa çok farklı getirilerle donatılmış insanlar..

İnsanları izlemeyi, gözlem yapmayı sevdiğimi söylemiş miydim bilmem ama, bu tatilde en fazla yaptığım şey bu olsa gerek..Yemek yemelerinden, ortak alanları kullanırken göstermiş oldukları duyarlılıktan, gülümsemelerinden, konuşmalarından, giyinişlerinden, duruşlarına kadar..Çok zengin bir ülkeyiz biz cümlesi sadece kaynaklarımızın değil insanlarımızın çeşitliliği  için de bir gerçek..

Yok yok, şikayet etmeyeceğim..Bilmediğim, görmediğim şeyler değildi elbet gözlemlerim..Sadece bu yaza ait olanların bir kısmı belleğimde yerini buldu..Kim bilir hangi zaman diliminde su yüzüne çıkacak, sözcüklere dökülecek?

Benim için en güzel yönlerinden biri bu sürenin, uzaklaşma duygusu mekanlardan ve insanlardan, farklı bir kentin oksijenin solurken dinlenme..Sözünü ettiğim bedenen dinlenmeyi de kapsasa, aslolan manen dinlenme..Düşüncelerin rutinliğinden sıyrılma, duyguların benzerliğinden uzaklaşma, farklı sesleri, farklı nefesleri duyma..

Yüreğinde, taa  derinlerde üzeri örtülmüş, unutulmaya yüz tutmuş sesleri gün ışığına çıkarma, belki de üstünü sonsuza kadar örtme..Kendini alabildiğince dinleme, istemediğin sesleri dinlememe, mecburi birlikteliklerden uzaklaşma..Sadece sevdiğin, istediğin kişilerle birlikte zaman geçirme..

Şöyle güzeldi, böyle şahaneydi demeyeceğim..Çünkü öyle değildi sadece bir gitmeydi..Dönüşü olan bir gitme..İyi ki dönüşü olan  bir gitme..Giderken sahip olduğun ama fark etmediğin her şeyin dönerken anlam kazandığı bir gitme..Giderken mutluydum, gittiğim içim mutluyum ama gitmenin en güzel yönü bence geri dönme..

Döndüm İstanbul, en sevdiğim..Her yönüyle kabullendiğim, en vazgeçemediğim..
Kentim..