29 Ekim 2011 Cumartesi

bilmiyorum..




Post yayımlamadım, içimden gelmedi, protesto için değil..

Fazla konuşmadım, sesimi çıkarmadım, cümlelerim bittiği için değil..

Yorum yapmadım okuduklarıma, cevabım olmadığı için değil..

Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır ya herkesin acıyı, üzüntüyü yaşayışı da farklı..

Benim de kızgınlıklarım var; kırgınlığım, içimin parçalanmışlığı, göz yaşlarımın kimi zaman içe kimi zaman dışa akıtılmışlığı..

Ama sevmiyorum polemikleri, her durumda  rant sağlamaya çalışanları, eline geçen tüm fırsatları karalama kampanyası haline getirerek saldıranları..


Evet tabi ki fikirler söylenecek, eleştiriler yapılacak, tartışılacak uzlaşılamasa da..Ama ben içinde olmayı sevmiyorum..Sosyal paylaşım sitelerinde, bloglarda ya da yaşadığım sosyal ortamlarda fark etmez..Siyaset değil bu, düşüncelerimi saklamak hiç değil..Belki bir eksiklik, belki de tam tersi..

Acı büyük, ateş düştüğü yeri yakıyor, hayat devam ediyor..Yaraların sarılması, yüreklere sular serpilmesi, fiziksel ihtiyaçlar giderildikten sonra kırık, buruk, paramparça kalplere ihtimam gösterilmesi gerekiyor..

İlk hüznümüz değil bu, son da olmayacak belli..
Ne yapmalı, nasıl yapmalı, çözüm nedir bilmiyorum..  
Bildiğim, eğer varsa  vicdanının sesine  kulak vermeli, hissedebiliyorsa  yüreğinin götürdüğü yere gitmeli..


18 Ekim 2011 Salı

veeeee perde..




Kalkanlarını kuşanmış insanların derdi; kendini etrafındakilerden korumak mıdır, yoksa kendinden korumak mı?Kendine bile itiraf edemediği düşüncelerini saklamaya devam etmek midir amacı?Perdenin arkasına saklanarak görmeye çalışmak olanı biteni, hırsızlık değil de nedir?Kendinden çaldığıdır ama izlediklerinden değil..Onlar zaten açıktadır, çaldığı kendine olan güvenidir..

"İnsan yalnız doğar yalnız ölür" cümlesi, üzerine sayfalarca yazılar yazılacak, fikirler üretilecek  bir gerçektir..Tek kişilik bir oyunu sahneye koyar gibi yaşar insan..Evet diğer insanlardan, bitkilerden, hayvanlardan hatta eşyalardan beslenir oyun boyunca ama sır olan kendisidir ve kendini kendi bile çözemeden biter oyun..

Daha oyun oynadığının bile farkına varmadan belki..Kalabalıklara aldanarak, çevresindekilere güvenerek, eşe, dosta, evlada sığınarak yaşar..Oysa oyun tek kişi üzerine yazılmıştır..Sen ne kadar figüran kullansan da her şey sensin aktör\ aktris..Tam anladığında kendini, varoluş sebebini, etrafındakilerin görevini, bir bakmışsın perde senin için kapanmış..Belleklerde artık sen izlenmiş bir film tadındasın; korku mu, gerilim mi, aşk mı sana bağlı yaşadıklarına ve yaşattıklarına..

Ne çok oynanmış oyun var hayatta ve halen oynanan..Sayısız film var izlenmiş, rafa kaldırılmış ve çekilmeye devam eden..Onlardan birine adaysın sen de şu an..Bunun farkında olmak ona göre malzeme kullanmaya çalışmak, filmin, oyunun kalitesini belirlemek senin ellerinde..Işıkçıya dikkat etmeli bütün marifet onda..

Karanlıkta gözlerini bir kaç dakika kapalı tuttuktan sonra hanii açarsın ya bir süre ışığa alışamaz ama  görürsün..İşte hayatı da öyle yaşamalı..Gerektiğinde en karanlıkta bile anlamalı yaşananları...

17 Ekim 2011 Pazartesi

başa gelen çekilir..




Her zaman her istediğini vermiyor elbette hayat..Tüm koşulların uygun olsa bile çok istediğin, çok yaklaştığın halde olmuyor işte, gelmiyor sana..İlk bakışta bu kötü gibi görünüyor tabi..Bir olayı yaşarken onun neden yaşandığına dair fikir yürütebilme sanırım çoook tecrübe gerektiriyor

Hani hayırlısı denir, kısmet denir ya sadece dil söyler onu.Oysa yürek bangır bangır bağırır "ben çok istiyorum" diye.."O" her neyse o an ulaşılmaz gelir, ulaşılmadıkça da (aksi iddia edilse de kabul etmem) daha bir çekici gelir..

Başına her gelenin vardır elbet bir sebebi..Belki kendini geliştirmen içindir, belki yardımına ihtiyaç duyuluyordur, belki başkasına cezasındır ya da iyilik..Belki anlaman içindir hayatı, büyümen için, geşimen içindir..Ya da sadece öylesine de olabilir..Denk gelmiştir..

Neyse gelen başa, çekilecektir aslında..Üzerine günlerce konuşulsa da, geceler boyu düşünülse, bardaklar dolduracak kadar gözyaşları dökülse de..Sonunda bir kazanç olmasa da kayıp olmaması bir kazançtır aslında..

Yaşarken bunları anlamak elbette kolay değil..Denizin ortasında tek başına dalgalarla boğuşurken, yüzmeyi bilmek yetmez..İnanca, güvene, morale ihityaç duyulur..İşte yaşamdaki zorluklarda da böyle, geçecektir mutlaka ama önce sana ihtiyacı vardır..

Kimsenin elinde bir sihirli değnek olmadığına göre önce başroldekine düşer iş, sonra yardımcı oyuncular girer devreye ve tabi ki olmazsa olmaz zaman..Zaman en etkili ilaç tartışmasız..Geriye dönüp baktığında zamanın bir çok şeyi tedavi ettiğini görmek hiç de zor değil.

Ben de yirmili yaşlarda böyle düşünemiyordum elbette.Yaşadığım olayları o an için dünyanın en büyük sorunu haline getirip, daha da kaosa dönüştürdüğümü şimdi görebiliyorum..Hata etmişim diyorum ama bugün sorunlarla boğuşurken en önemli silahımın; o zaman ki sabırsızlığım, pireyi deve yapışlarımdan edindiklerim olduğunu hatırlayarak yatıştırıyorum kendimi..Ve bunu öneriyorum bu satırları okuyan herkese..

Yaşadığın herşey senin..Senin seçimin farkında olmasan da..Senin davetine icabet..Öyleyse dikkat et çağırdıklarına; bazen söylediklerin, bazen düşündüklerin, bazense hareketlerin birer davetiye..O zaman sahip çık hayatına gelenlere, memnun değilsen de güle güle de..

Hayatta herşey geçici.En büyük sorun da, en büyük mutluluk da..Geriye kalansa  sadece "hoş bir seda".

                                                             

14 Ekim 2011 Cuma

ah dünya..




Dünyalar kadar seviyorum denirdi eskiden sevgiye ölçü koymak için.Sevginin bir ölçü birimi  olmadığından değişik seçenekler kullanılırdı..Dünyalar kadar dendiğinde hem dünyanın büyüklüğü kastedilir hem de çoğul ekiyle pekiştirilip sevginin şiddeti belirtilmeye çalışılırdı..

E ama dünya küçüldü artık..O zaman bu söz de anlamını yitirdi..Liranın değer kaybetmesi gibi dünya da değer kaybetti..Artık sevgi ölçü birimi olarak kullanımdan kaldırıldı bir nevi..Şimdilerde sevgi kelimesinin içi boş..Bir anda çok sevebilirken iki günde artık sevmiyorum demek çok kolay..

Bu kadar mı anlamını yitirdi her şey..Oysa biz Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin aşkları ile büyümedik mi?Büyülenmedik mi dağların delinmesinden, çöllerdeki buluşmalarından?Her kavramın içi boşalsaydı da sevgi kelimesi tüm ihtişamıyla kalsaydı..Zaten o zaman diğer kavramlar da sağlam kalırdı..

Güven ardı sıra geldi, saygı yerlerde zaten..Gençlerle konuşuyorum, güven kelimesi havada asılı kalıyor hep..İş hayatında, arkadaşlar arasında, kız erkek ilişkilerinde..Erkeklere güvenemeyen kızlar, kızlara güvenemeyen erkekler..Mesai arkadaşına sırtını dönememeler, okulda öğretmenine güvenemeyenler ve ne yazık ki ailesinde bile güven sorunu yaşayanlar azımsanacak kadar değil..

Kendisine güvenemeyen gençler oluştu böylece, devletine güvenmeyen, yarınlara güvenmeyen..Umutsuz, mutsuz, doyumsuz..Nasıl düzelir bilmiyorum ama iç karartıcı boyutta..

Ben mutluyum, şartlarım iyi, güveniyorum kendime demek çözüm değil ve içini rahatlatmıyor insanın..Her koyun kendi bacağından da asılmıyor..Günün birinde o sevgisiz, güvensiz insanlarla yolumuz kesişecek ve zararı yine bize dokunacak..Evet biliyorum yanlışları bulmak kolay, düzeltmek çok zor..Sebat gerekiyor bu konuda, bilincinde olan herkesin çaba sarf etmesi gerekiyor..Bir kişinin değişmesiyle ne olur demeyelim..Domino etkisi neden olmasın?

Bırakamayız dünyayı onlara; sevmeyi bilmeyenlere, kendini sevmeyenlere..Hadi hep birlikte sevelim, dünyalar kadar sevelim yine eskisi gibi, sevdirelim..




Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.

Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.

Bağımlılık sevgi değildir,gereksinmenin karşılanmasıdır.''

Sevgi, değer vermesini bilmektir.

Sevgi, yaşama hakkını kabul etmektir.

Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.

Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır.

Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdır.

Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.

Sevgi, bilinçtir.

Sevgi, insan olmaktır.
 
 
 
not:renkli kısım alıntıdır..

10 Ekim 2011 Pazartesi

mucit aranıyor!



Özlemek için araya mesafeler girmesi gerekmez..Bazen en yakınındakini en çok özler insan..Bedenen alabildiğine yakınken; duygularda, düşüncelerde aralarına kilometreler girmişse, dağları aşmak bile daha kolay gelir duygusal metreleri aşmaktan..

Fiziksel olan her şey daha kolaydır da ruhsal her konu daha bir zor, daha bir çözümsüzdür..Düşündüğünüzde baş ağrısı, diş ağrısı bir ağrı kesici ile geçerken, kalp ağrısı, hayal kırıklığı ne yazık ki kapsüllerle şifa bulmaz..

Aslında icatlar kervanına; teknolojinin hızına yetişilmeyen bu dönemde, bu bağlamdan el atılsa hiç de fena olmaz hani..Akla gelmeyen her şey başımıza gelirken, bir de kalbimize gelse keşke..

Bir düşünün kalbiniz çok kırıldı  ama öyle böyle değil, iki doz alıyorsunuz ilacı yarım saate hiç bir şey kalmıyor..Kalp tek parça, sapasağlam devam yaşamaya.Tekrar tekrar kırılıyor yapışıyor ve her seferinde ilk günkü gibi sıfır kilometre.Ne kin kalır, ne kıskançlık o zaman..

İletişim konusunda yenilikleri son sürat kabullenen, seven, benimseyen ben, biraz dursun diyorum veya yavaşlasın bu yöndeki gelişmeler..Robotlar, telefonlar, bilgisayarlar daha küçülmesin, dünyanın küçüldüğü gibi..Yürekleri büyütsünler yapabiliyorlarsa, hoşgörüyü artırsınlar, saygıyı  ilke edinsinler..Ama  küçükleri sevelim büyükleri sayalım şeklinde değil bu saygı, öncelik öz saygı olsun..

Kendini sevmeyi öğretsinler önce, kendini bilmeyi, anlamayı..Sonra yaradanı, canlıyı, cansızı, kainatı..O zaman globalleşen dünya anlam kazanır..O zaman kitle iletişim araçları silahların yerini alır..

İcatlar duygusal olsun, psikolojik, ruhsal, kalpsel, yüreksel olsun biraz da.Gelen her yenilik sanki bir şeyler alıp gidiyor bizden..Yakında digital insanlar olacağız diye korkuyorum..Bağlandığımız ağlar bizi sarıp sarmaladılar..Çıkamamak da var işin ucunda..Bilmem ki bir duyan olur da kaybedilen  yürekleri yeniden keşfeder mi?

Özlem demiştim oysa, dokunabilecek kadar yakın olduklarını özlemek demiştim de; vuslata, sılaya gelir sözüm diye düşünmüştüm..Öz ' müş meğer özlediğim..Özleme adını veren ÖZ..

3 Ekim 2011 Pazartesi

öylesine

En son yaz gecelerinde geç saatlere kadar oturup, dalga sesiyle beraber huzur içinde sabahı karşılamış, güne merhaba dedikten sonra uykuya geçip, öğlenden sonra uyanmıştım..Şimdiyse belki içilen çaylar, kahveler uykumu alıp götürdüler..Geri gelir mi bilemediğim için geçtim klavyenin başına..Bakalım parmaklar neler yazacak, yürekten neler kopup gelecek?


İnsan en çok sevdiğinden kırılırmış ya, tartışmasız doğru.Gözünüzden sakınırsınız, incitmemek için elinizden geleni yaparsınız, onun için her şeyi ondan önce düşünürsünüz de o bunları görmezden gelir, ya da görür de bir kalemde siler, bir kere de harcar, kırar geçirir sizi..Kırılan bardak asla eskisi gibi olmaz ya, insan bunu yüreğinde bizzat hisseder mi?..Psikolojik bir durum nasıl fiziksel olarak hissedilir, inanılır gibi değil..


Bir sonbahar klasiği üzerinize afiyet nezle oldum..Nefes alamıyorum, burnum şıpır şıpır damlıyor, dişlerim dahil her yerim ağrıyor..İlaç aldım gözümü açtım da bir kaç kelime yazayım dedim.Oysa grip aşısı olmayı düşünüyordum ki hasta oldum.İyileşince olmalıyım, geçen kış bayağı zorlu geçmişti gribal açıdan benim için..


Yeni bir hafta yeni bir ay güzellikler getirsin herkese..Benimki de hareketli geçecek gibi..Uzun zamandır görüşülmeyen arkadaşlarla buluşulacak..Yeni mekanlar keşfedilecek..Bir de aramıza yeni katılan bir bebeğe hoş geldine gidilecek..Bunlar planlı olanlar, sürprizler de cabası olur sanırım..


Okullar, kurslar, sosyal aktiviteler, dershaneler hepsi işleve geçiyor yavaş yavaş..Sezon açılışı tamam yani..Mİlimetrik planlamalarla programlar yapılıyor..Bir koltuğa çok karpuz sığdırmak gerekiyor bu zamanda..Eskide öğrenci dediğin sadece okula gider, derslerini yapardı..Şimdilerde çocuklar, gençler çok yoğun..Klasik ama gerçek "ben de varım" demek istiyorsa, bir adım öne çıkmak istiyorsa, artı hanesi kabarık olmalı..İşte bize de bunlarla uğraşmak, onlara destek olmak düşüyor..


Kolay değil hem sabır göstermek, hem de devamlılık sağlamak bu yolda..Ebeveynler de en az çocuklar kadar yıpranıyor..Doğrular çelişiyor bu noktada..Kendi haline bırakmak mı, yön vermek yardımcı olmak mı?O ya da bu derken hayat geçiyor işte..Bir noktaya varılıyor..Sonuçta varılmak istenen noktada olmasa bile elimizden geleni yapmış olma teselli olarak kalıyor bize..


Yaşamı kaçırmamak lazım  bu arada tabi..Elde kalan sadece yaşanan, sahip çıkılan an.