29 Eylül 2011 Perşembe

hayata kısa bir not


Geç kalmak istemediğim,
Pişman olmaktan kaçtığım,

Ucundan da olsa yakalamak istediğim,
Kaybedersem farkedeceğim,

Yokluğunda hiçliğim,
Varlığında nefesim,

Tükenmeyen bir sevdasın sen, hayat..

                 

düşünüyorum da..



Düşünüyorum da iyi ki burdayım..Keyif alıyorum insanların düşünce dağarcığından istifade etmekten, keyif alıyorum eğlenceli bloglarda gezerken ve en çok da hayran olunası  dizeleri ve satırları okurken keyif alıyorum..

Düşünüyorum da  daha önce ilgilenseymişim blog dünyasıyla, bu renklilikle daha önce tanışıp, sosyal çevrem dışındakini insan mozaiğini tanıma fırsatım daha erken olsaymış..

Düşünüyorum da hayat çok güzel, keyif almasını bilirsen..Çiçek-böcek, neşe-keder değil, önemli olan tadını çıkarmak ki bu insanın elinde..

Düşünüyorum da nasıl bakarsan öyle görürsün..Ön yargı kaplamışsa her yanını masum bir bebeğe bile sevecen gözlerle bakamazsın..

Düşünüyorum da bencillik kol geziyorsa damarlarında, burnunun ucunu bile göremezsin.Etrafında olup biten iyilikleri, insanca yaklaşımları bile fark edemezsin..Kuyruğuyla kavga eden kedi gibi  kalırsın bir başına sonra da "ben neden yalnızım" diye vahlanırsın..

Düşünüyorum da insanın elinde çok şey var..Sahip olduklarını görür bir de onlarını kullanmasını bilirse..

Düşünüyorum da yaşamak çok güzel, insanca birlikte yaşanabilirse..

Düşünüyorum da en güzeli farkındalık..Eğer farkında olamayacak kadar kapadıysan algılarını, kendi yörüngende olanın bitenin bile farkında değilsen, insan olmanın, kul olmanın manasını çözemediysen anne, baba, öğretmen, doktor, mühendis olmuşsun ne fayda!

"Düşünüyorum öyleyse varım."

27 Eylül 2011 Salı

twitter gündemi blog satırlarında: İstanbul'a not



Üzerine destanlar yazılası, şiirler söylenesi, şarkılar okunası, gözlerde yaşlar kalmayacak şekilde ağlanası, kahkahadan mideye kramplar girecek kadar gülünesi kent, İstanbul..Her sokağı bir öykü barındıran, her köşesi buram buram tarih kokan kent..

En büyük aşklara ev sahipliği yapan, türlü sırları kendinde saklayan, saltanatların şehri, padişahların gözdesi kent, gizemli durma öyle derdin varsa söyle..Hangi aşık seni harcadı bir cümlede, hangi padişah sildi seni bir kalemde, hangi seyyah bir selam bile vermeden geçti gitti, söyle?

Gemiler yolcularıyla geçtiler boğazdan, durup solumadılar mı seni, bakmadılar mı eşsiz manzarana, şahit olmadılar mı güzelliğine, Kız Kulesi'nin öyküsünü dinlemeden mi geçtiler?

Aşk sadece sevdiğinin nefesini solumak mı?Öyleyse İstanbul seni soluyorum şu an..Egzoz kokusundan başım dönse de..Hem de öyle soluyorum ki, derince içime çekip, uzaklaşma benden diye vermiyorum nefesimi geri..Aşk sevdiğini her yönüyle kabul etmek mi? Ben de seni kabul ediyorum derdinle..

İnsana duyulan aşkın ömrü iki seneymiş, sana duyulan aşksa yıllarla değil, asırlarla ifade edilebiliyor ancak..Sen ki  önce Fatih'in fethettiği sonraysa milyonların keşfettiği, fethettiğisin..Sen fethedilenlerin en muhteşemisin..Sen İstanbul'sun, İstanbul sensin..


şarkı

      

25 Eylül 2011 Pazar

bardağın boş tarafı - öfke



Bardağın boş tarafını görmek, hep şikayet etmek, elindekilerle mutlu olamamak nasıl bir psikoloji anlamıyorum doğrusu..Anlamaya çalışmak istesem de anlayamıyorum..

Herkesin sahip olduğu zenginliğin niceliği ve niteliği farklı elbette..Bunları göremeyen, şükredemeyen, sahip olmadıklarıyla mutsuz olmadaki ustalığını, sahip olduklarıyla mutluluğa çeviremeyen zihniyet sözüm size..

Bir de inandıklarını tabulaştıran, at gözlüğüyle bakan, dünyaya açık olan penceresini sınırlayan, hayatı kendisine zehredenler..Kendi hayatlarıyla yetinmeyip başka hayatlara da dokunanlar sözüm size..İnsana hediye edilmiş bir ömür var, bunun farkına varıp dakikalarını bile anlamdırmak mı yoksa, hunharca katledip pişmanlık duymak mı?

Durup bir düşünmek gerek.Sağına soluna alıcı bir gözle bakmak, dün nerdeydim bugün nerdeyim demek, yarın olmak istediği yer için de çabalamak gerektiğinin farkına varmak...Sadece beklemek, hayal kurmak, kuru kuru istemek olmaz.Ulaşmak istediğin, emek vermeden senin olursa anlamsızlaşır..

*****

Bir de kör olanlar var, gözlerini sadece dekoratif olarak kullananlar, aksesuar niteliğinde yani..Burnunun ucunu görmek zordur anladım da, hemen yanı başında olup biteni nasıl farketmez?Karşısındaki bangır bangır bağırsa da, gözünün içine soksa da bir şeyleri  nasıl görmez, nasıl göremez?.

Bilmiyorum neden çok öfkeliyim şu an..Yok yok aslında biliyorum neden öfkeli olduğumu ama söylemek istemiyorum..Nedensiz bir öfkeymiş gibi  davranıyorum kendime bile..Üstüne bir bardak soğuk su mu içsem yoksa sade bir kahve mi bilemedim ama sakinleşirim herhalde az sonra..En azından şu an yazarken bile nefes alışlarım normale dönmeye başladı..

Yazmak insanı rahatlatıyor gerçekten..Hayır klavyeye o kadar alıştım ki artık kalemle yazmak tuhaf geliyor..Tuşlara belli bir ritmle dokunup, klavye sesini dinlemek iyi geldi..Sakinleşiyorum, sakinim, sakin....

22 Eylül 2011 Perşembe

usul usul



Bu gece yağmur kentimin en güzel fotoğraflarına, en güzel kokusuna, en sonbaharına ev sahipliği yapıyor..Saatlerdir aralıksız yağıyor..Öyle ürkütmeden, korkutmadan, süzüle süzüle düşüyor damlalar yerlere..Islatıyor yeryüzünü, alıyor nemini havanın, serinlik hakim oluyor, üşütmeden tatlı tatlı esiyor.

Ben bu güzellikleri evimde yaşıyorum elbette..Eğer trafikte yakalansam, acil bir işim olup çıkmak istesem cümlelerim böyle naif, sevgi içerikli olmaz biliyorum..Bir damla yağmur  düşse kilit olur İstanbul..Çileden çıkarır yaşayanı, canından bezdirir.

Huzur, bazen yağmurun hırçın sesinde, bazen yağmur sonrası doğanın tazeliğinde..Usul usul şarkı söylüyor  kulaklarıma..Bestelenmemiş bir şiir okur gibi, vurguluyor kelimeleri..Gel diyor, gül diyor, gör diyor, sev diyor. Sevgiyle alınan bir nefes bir ömre bedel diyor..

 ****

Harika bir sonbahar sabahı, mis gibi bir hava..Güneş gizlenmiş bulutların ardına..Canlı, taptaze bir gün, yenilenmiş bir doğa.Yeni bir sayfaya çok güzel bir kalemle, en özel cümleleri yazarken hissedilen duygulara benzer bir gün..

Hüznü çağrıştırsa da, içinde gizem barındırsa da, bir burukluk bıraksa da "yaza veda sonbahara merhaba" demenin tadı bambaşka..



Not:bahsetmiştim ya hani şurda, dil sınıfı açıldı sekiz kişi olunca.meleğim mutlu ben de mutluyum dolayısıyla..


şarkı

15 Eylül 2011 Perşembe

incilerini dökmek

Dönüşüm muhteşem olmamalıydı ama..Ben evime dönerim sakin sakin, önce eşyaları yerleştirir, sonra geçerim bilgisayarımın başına günlük ritüellerimi gerçekleştirir, mutlu mesut bir açılış yaparım diye düşünmüştüm sezona..

Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı..Hızlı bir açılış yaptım haftaya, öyle ki ritüellerim kusur kaldı..Mobil  halde okuyabildiğim maillerimden öteye gidemedi sanal gezintim..Yine yoğun bir gün yoğun bir geceye doğdu..Ve bugün daha da sıkışık bir trafik olacağının sinyalleri de geceden geldi..

Biliyorum durulacak elbette, normlar içinde yaşamaya devam edeceğim en geç önümüzdeki hafta..Ama özledim, izlediğim blogları..Neler olup bitmiş merak ettim..Bir kaç satır karalamak istedim..Bir sürü konu gelip geçti akımdan bu sürede ve şimdiyse böyle spontane döküyorum incilerimi..

Meleğimin alan seçimi ile ilgili sıkıntılar var. Dil sınıfı açılmayacakmış, eşit ağırlıkta kontenjan dolmuş..Sadece sayısal seçebilirmiş..Olur mu böyle bir şey?.Allahım, eğitim dünyasında her şey yerlerde..

Bu kadar kısır düşünceler, ileriyi görememeler..Siyaset çok kötü yapıldığı için Türkiye' de biliyorum ne öngörülü, vizyonu geniş insanlar var uzak kalan sadece izleyen, söylenen..Haksız da sayılmazlar ama, onlar dahil olmadıkça, fikirlerini, çalışmalarını ortaya koymadıkça, hepimiz sıkıntı çekeceğiz, sistem kurbanı olacağız her alanda..

Mekanizma nasıl işliyor anlamıyorum..Devlet kurumu demek sadece bürokrasi demek mi?Çözüm üretmez mi?Ya da üretilen çözümleri değerlendiremez mi?Düzen kurulmuş bir şekilde doğru veya yanlış o şekilde gitmeli mi?

Şimdiii, Türkiye ' de öğretmenlerin çektiğini bilmeyen yok atamalarda..Öğretmen açığı var kelimesi ise yıllardır eskimeyen bir cümle..Özellikle de ingilizce öğretmeni..Globalleşen dünyada bir dil yetmez, ikinci, üçüncü dillerden bahsedilirken, Türk eğitim kurumlarında, hem de anadolu lisesi tabir edilen belirli puanlarla gelinen kurumlarda, dil sınıfı on kişi olmadığından açılamazmış..On kişi olsa bile, şu an uygulanan sisteme göre ( yeni bir deneme yanılma yolu) ders seçme sistemine olduğundan dil seçilmesi çocuğa hiç bir şey katmazmış, zaten çok zor olan dil sınavında hiç bir şey yapamazmış gibi bir gerekçeyle savunulan bir dayatma..

He bir de anadolu lisesi velisi çocuğu doktor, mühendis olsun istermiş..Dil okumak isteyenler düz liselere gitsinlermiş..Ne yani benim istediğim mi önemli, kendi geleceğini şekillendirmeye çalışan çocuğumun mu?

Yıllardır gördüğüm her türlü yetersizlikten, bildiğim eksikliklerden dolayı eğitimde özel kurumları tercih ettim. Şimdiyse kızımın tercihiyle  anadolu lisesi velisi olarak, bir kere daha düşüncenin yetersizliği, dayatılan bilginin sorgulamadan inanılışı, inandırılmaya çalışılışı, memuriyetin bu olmaması düşüncemin pekişmesiyle birlikte bugün, kızımla okula gidip, okulların açılmasına iki gün kala bize haber bile verilmeye gerek duyulmadan sınıfsız belki de okulsuz kalmaması için çare arayacağım..

On altı yaşında hedefini bir kaç yıldır belirlemiş bir gencin, korkular içerisinde bana" ama anne benim hedeflerim, hayallerim ne olacak" diye uykusuz kalması, hep tercih ettiğimize değil de dayatılana maruz kalmamız nereye kadar sürecek acaba?Belki dilekçe vererek, belki başka şekillerde dil sınıfı açılacak ama evlatlarımız, bu sistemde hayatları boyunca bürokrasiye takılarak, engelli koşu gibi sürekli bir sinir mücadelesi içinde mi olacak?Belki de açılmayacak o sınıf ve mecburen sayısal okuyup istemediği halde mühendis olacak..Bir çare de tekrar özel kurumlara dönmek..Ama bakalım maddi koşullar kaç  ailenin altından kalkabileceği gibi?

Böyle olunca var olan ümitler kırılacak, imkan nerde ben orda diyen gençler kendini yurt dışında bulacak ve biz de hep Amerika'yı sanki yeniden keşfetmişler gibi onların gerisinden gelecek, özümüzü yitirecek, sahip olduğumuz cevherleri fark etmeden, eritip, eriyip gideceğiz..

10 Eylül 2011 Cumartesi

her hikaye bir hayat


Milyarlarca insanın yaşadığı bu evrende, bir o kadar da hikaye var elbette..Her insanın yaşanmış bir hikayesi olduğu gibi, henüz taslak halinde olan kendinin bile bilmediği hikayeleri ile devam etmekte ömrü..

Çok sevdiğimi söylemiş miydim hikayeleri? Farklı iklimlerde, farklı coğrafyalarda kimi zaman tanıdık kimi zamansa dudak uçuklatan cinsten hikayeler..Birisinden dinlerken genelde "yok bu kadarına ben katlanamam", "nasıl dayandın" şeklinde yorumlar yapılsa da kendi başına katmerlileri geldiğinde öyle de bir dayanıyorsun ki..

Kimsenin hikayesi kimseninkine benzemez dense de, aslında yaşananlar çok benzer..Kişilik farklılıklarından tepkiler farklı olabiliyor veya başa gelenler..Sonuca baktığınızda rengarenk öyküler çıkıyor ortaya..

Kimi  acısıyla baharatlanmış, kimi yokluğuyla, kimi varlığıyla tatlandırmış öyküsünü, kimiyse aldatmayla..Allanmış pullanmış hikayeler de var tabi, yaşayanın renkliliğinden o aslında, yoksa hayat dediğiniz şey çok standart..

Kişinin dünyaya bakışı yemek, içmek, üremekten ibaret değilse, keşfedecekleri varsa değişik alanlarda hikayesi de çizgi dışı oluyor..Küçülen dünyada bu hikayelere ulaşmak hiç zor olmasa da yaşayanın ağzından dinlemek daha gerçekçi oluyor..

Elbette okumak da zevkli, eğer aksini iddia edersem kendimle çelişirim.Ben okurken kendi sesimle okuyorum, kendi algımla algılıyorum olayı..Her ne kadar noktalama işaretleri yardımcı olsa da bana vurguları anlamamda, kişinin kendi sesiyle, duruşuyla, bakışıyla, mimiğiyle anlatacağı hikayenin yerine geçmez okumuş olduğum..

"Bir yazı yazıldığı an sahibine aittir..Paylaşıldığı an okuyana ait hal alır."Böylece okuyanın duygu düşünce etkisi eklenince yazıya bambaşka bir boyut kazanır yazı..

İşte bu yüzden ben hikayeleri dinlemeyi severim..Kurgusuz, yaşandığı gibi, tüm sıcaklığıyla, yaşayanın canlı aktarımıyla..O zaman yalın halde anlamlandırıyorum yaşananları, kendimden birşeyler katmadan, tek sesli dinleyebiliyorum..Bazen çok şaşırıyorum dinlediklerime, bazense ne kadar sığ baktığımı farkediyorum, tekdüze düşünerek..

Evet insanız hepimiz, çok benzer ama çok farklıyız..Her insan bir hikaye, her hikaye bir hayat..Öyleyse yaşanmış her hayat kazanılmış bir değer olsun..

          

9 Eylül 2011 Cuma

veda vakti



Ayrılıyorum gece yarısı dinlediğim dalga seslerinden, bu belki de son ya da sondan bir önceki gece..Daha bir hızla vuruyorlar kıyıya sanki..Bir şeyler söylemek ister gibi..Sonbaharın geldiğini mi haber veriyor, yoksa zaman geçse de üzerinden bu ritmik, insanı dinlendiren, huzur veren sesi unutmamam için bir konser mi?

Ne çok dinledim bu yaz bu sesi, sabahlara kadar bana şarkılar söyledi..Temizledi hem kendini hem sahili..Kumdan kaleler yaparsınız hani, uğraşırsınız saatlerce belki, sonra bir dalga alıp götürür hepsini.. Ben de o burukluktayım  şimdi..

Her ne kadar bitmesini istesem de  yazın, hep buradan  gitmek istesem de biliyorum çok özleyeceğim bu sesi..Evet özleyeceğim ama, kalacak kadar değil.."Hem ağlarım, hem giderim" misali yani..Yaşananlar, güzellikler, sıkıntılar, keyifler yanıma kar kalacak sadece..Biriktirdiklerimle gideceğim buradan..

Harikalar harikası  yaz arkadaşımdan, denizden, dalgalardan, kumsaldan, çığlık çığlığa oyun oynayan çocuklardan, kızlarla sabahlara kadar oynadığımız oyunlardan, muhteşem kahvaltılardan, monotonluktan ve daha bir sürü şeyden ayrılma vaktidir.Ömür varsa seneye kadar, veda vaktidir yıldızlara, yakamoza, balıkçılara, yanan bütün ışıklara..

Hüzünlü değilim, sonbahar gibi..Bilinenin aksine, sonbaharın baharı gibiyim..Umut veren, gülümseten, neşelendiren..Geçici ayrılıklar bunlar, dert değil..Nefes alıyorsak hayat güzel..

şarkı


                   

6 Eylül 2011 Salı

nerdeyim?



Olmak istediğim yerde miyim?Yoksa olduğum yerde, istediğim gibi mi?Hangisi insanı daha mutlu eder acaba?Ya da ikisi de olabilir mi?Hem istediğim yerde hem de istediğim gibi olmak..Sanırım bu çok zor, bence yani..

Belki  her ikisine de ulaşmış kişiler var..Genelleyemem elbette ama bana biraz uzak göründü.Hem kendim için uzak, hem de olabilitesi uzak..Derler ya "yüz kişiye sorduk".Gerçekten sorulsa ve dürüst cevaplar alınsa pozitif cevap alma olasılığını az buluyorum..

Halinden memnun olmama, şikayet durumu değil, dediğim..Hayal ettiği, dilediği yerde olamama..Statü olarak, aile olarak, arkadaş çevresi olarak, kariyer olarak..Belki engeller çıktı karşısına, belki de kendi koydu engelleri..Ya da küçük düşündü kimbilir, öngöremedi geleceği..

Sonuç olarak bana gelirsek, istediğim yerde değilim, ama güzel bir yerde, olmak istediğim gibiyim..Bulunduğum yerin de hakkını verip, tadını çıkarıyorum.Tatsızlıklarıyla da başa çıkıyorum..Sorunlarıyla uğraşıyorum, çözüyorum..Bazıları da çözümsüzlük kervanına katılıyorlar..

"Yaşıyorsan umut vardır", "çıkmamış candan ümit kesilmez", "yaşanacak bir hayatın var kendin işin yaşa" gibi söylemlerin etkisiyle düşündüğüm olsa da, üç-dört dakikayı geçmemiştir..Hayallerimin peşinden gitsem, olmak istediğim yer için şimdi çabalasam, kar-zarar hesabı yaptığımda elimdekilerin daha önemli olduğunu anlıyorum..Ve kazanacaklarım kaybedeceklerimden daha değerli değil diye, oturuyorum yerime..

Galiba şapkayı önüne koyup düşündüğünde insan, genelde şikayet eğilimli olsa da, ciddi ciddi düşündüğünde hayatta edindiklerinin, (duygusal ve manevi anlamda) hayalindeki edinebileceklerinden daha gerçek, daha kalıcı ve daha anlamlı olduğunu anlıyor..İçinde bir ukde de kalmıyor değil ama..

5 Eylül 2011 Pazartesi

hayat seni seviyorum..


Ne güzel bir gün..Güneş pırıl pırıl parlıyor gökyüzünde..Günü aydınlatıyor, içini ısıtıyor insanın..Bayram tatili sonrası rehavetine engel olmak için ışıldıyor sanki..Gün ne getirirse getirsin bize, ne kadar karamsar olsak da, halimiz olmasa da yaşamaya, yataktan kalkacak gücü bulamasak da kendimizde, işe giderken ayaklarımız geri geri geliyorsa da, "ben hep varım" diyor sanki bize..

Gerçekten öyle ama güneş hep yanımızda, hep bizimle değil mi?En bulutlu günlerde, en karanlık olduğunu düşündüğümüz andan bize el sallamaz mı? Işığıyla yüreğimizi aydınlatıp, içimizi ısıtmaz mı?Can vermez mi bitkilere, enerji vermez mi tüm canlılara?Pes etmeden, yorulmadan, insan, hayvan, çiçek diye gruplamadan..Din, ırk, renk diye ayırmadan tüm dünyaya misafir olmaz mı?

Kışın en soğuk günlerinde,  ortaya çıkarak içimizde umut yeşerten, maratonun bitiş çizgisine yaklaşan atletin son adımlarında bulduğu gücü bize her sabah eksiltmeden veren güneş hoş geldin günüme, günümüze..

Bugün sahip olduklarımızla başlayalım güne, eksik bulduklarımızla değil, duyduğumuza inanalım kurgulara değil, hayallerimiz yön versin bize gerçeklerle, umutlarımız olsun geleceğe dair ama çalışarak, gülümseyelim herkese evrende yayılsın diye..

Ne güzel bir gün, görelim bize lütfedilenleri..Derin derin nefes alalım, sonbaharın ilk, yazın son günlerini harmanlayalım ciğerlerimizde..Şükür diyelim günümüze, günü yaşayalım dolu dolu...En büyük kazancın an'da olduğunu hatırlayalım..Hiçbir an'ı kaçırmadan hissederek yaşayalım..Her şeye sahip olduğumuzu düşünürken bile aslında sadece bize ait olanın an olduğunu unutmayalım..

An'ın tüm güzelliği, sıcaklığı, enerjisi, motivasyonu sizin olsun, bizim olsun, tüm insanların olsun..Sevgi solunan günler olsun..EN ÇOK DA BUGÜN OLSUN..


şarkı
              

4 Eylül 2011 Pazar

selvi boylum

 




Ilık bir sonbahar gecesi, yalnızım..Televizyon açık ama sesini kıstım..Görüntü var sadece..Aynı yerdeyim yine..İlham perilerimin geldiği, kendimi iyi hissettiğim için de tapuladığım bir yer değil, sadece istemsiz olarak  hep oturduğum bir koltuk evin salonunda..Hiç bir anlamı yok yani..

Kayıt sayfasını açtım.Gecenin sessizliği Sezen Aksu'nun şu şarkısıyla bozulurken, ne gelirse parmaklarımın ucuna, zihnimin derinliklerinden, kalbimin süzgecinden geçirmeden yazayım istiyorum..Önce kendim okuyayım neler söylemiş yüreğim, varsa yazım hataları düzelteyim, kalıcılaştırayım yayımlayarak sonra..

Dahasında  okurlarımla buluşsun, gelen yorumlarla şekillensin, anlamlansın istiyorum..Bazen gülümseyeyim yorumları okurken, bazen kahkahalar atayım, bazense durup bir düşüneyim..Hemen cevap yazayım sonra onlara..Derken yeni postlar paylaşılsın, onları da bir bir açayım penceremde, sırayla okuyayım.Kalbime değenlere yorum yazayım..Hislerime tercüman olanlara şaşırayım..Ve bazılarının cümlelerine, duygularına hayran kalayım..Ve itiraf ediyorum bazen de kıskanayım..

İşte sekiz aydır blog dünyasında olan benim duygularım.."Sevgi emektir" demeyeceğim, türk sinemasına bağlamamak için. (selvi boylum al yazmalım) "sevgi paylaşımdır".Paylaşımın artıkça seversin, sevdikçe paylaşırsın..Yoksa insanları, hayvanları bir kenara bırakalım eşyalara olan bağlılık neyle açıklanabilir?..

Kimin vazgeçemediği bir çantası, ayakkabısı, telefonu, bilgisayarı, evi, arabası (örnekler çeşitlendirilebilir) yoktur ki? Eşyalarla paylaşım olmaz mı ?Şahittirler yaşananlara, sessiz katılımcılardır hayatlarımıza, bazen olmazsa olmazlarımızdır onlar..

Materyaller bile yer bulurken kendilerine hayatlarımızda iyi ki var bloggerlar :) Etten kemikten onlar, sinirler, hisler ve alabildiğine ortak yönler..Paylaştıkça sevilirler, sevdikçe,sevildikçe paylaşırlar..




not:görsel, şarkı, yazı ne alaka demeyin..dediğim gibi spontan gelişti..

2 Eylül 2011 Cuma

asıl şimdi bayram..



Tatil kimileri için bitti, kimileri için devam ediyor, bayram, bayram şekeri, misafir, tatlı, aile saadeti muhabbetleri  daha çok sürer..Ben de bayramı kentimin yazlık bir beldesinde ailesiyle geçirenlerdenim.Detaylarına girmeden çok güzel geçtiğini söyleyebilirim..

Benim için en detay barındıran kısmı ise yazın bitişi..Yeni dizilerle yayına girmeye hazırlanan televizyon kanalları kadar mutluyum şimdi..Evet sezon açılıyor benim için kısa bir süre sonra..Kış sezonu..

Kendimi iyi, motivasyonu yüksek, enerjik, aktif  ve yoğun bir sezonun öncesinde, mutlu, umutlu, harika hissediyorum..Bir hafta, bilemediniz on gün sonra sahalardayım..Günlerce antrenman yapıp maça çıkacak futbolcular gibi madden, manen hazırım..

İtiraf ediyorum, şikayet edip, söylendiğim kadar da sıkıcı geçmedi yaz..Ve tam da istediğim gibi çabucak geçti..Geride bıraktığım yazların içinde belki de en çabuk geçeni, belki de en son olduğu için en aklımda kalanı..

Sonuç olarak şimdi ben mevsimlerin en hüzünlüsünde mutlanmaya, ardından gelecek mevsimlerin en safında coşmaya  hazırım..Üzgünüm yaz severler ama sıra ben de, benim gibi güz severlerde, kış severlerde...

Kış sever derken yazın son günlerinin de keyfini çıkarmayacağım anlamına gelmiyor tabi..Kaçma planımız var Bodrum'a doğru..Olmazsa kentimin güzel yerleri bizi bekler..Boğaz' da dostlarla buluşmalar, arkadaşlarla keşfetmeler yeni yerleri..

Yani bana asıl şimdi BAYRAM :)