28 Haziran 2011 Salı

leylek nerde?


Boşuna dememiştim ben tatil düzensizlik diye, bloğa girmeye vakit bile bulamıyorum değil ki yazmak..Paylaşımları okuyamıyorum, birikince okumayı sevmiyorum, günlük takip daha çok hoşuma gidiyor..Tatil alışverişi, tatil telaşı, tatil sonrası derken eve bile uğrayamaz oldum..Bu perşembe sabah yolcuyuz..Alanya bizi bekler, mecburen yani :)

Bakalım ne zaman durulacağız? Herkes mobil halde kimse yerinde durmuyor..Aynı ay içerisinde farklı şehirler, farklı ülkeler bile var..Tamam gezmek güzel, değişik kültürler ve coğrafyalar keşfetmeye de sözüm yok..Bu hareket ne zaman dinecek onu bilmiyorum? Ben hem böyle söylüyorum hem de sürekli leylekle plan yapıyorum..

Bu ne perhiz ne lahana turşusu demeyin..Çünkü yazın sıkıcılığını aktivitelerle kapamaya çalışıyorum..Yoksa  başka bir sebebi yok yani gezmeyi hiç sevmem..Aksini söylerlerse inanmayın :) On gün sonra İstanbul' dayım inşallah..Sonrası meçhul, bakalım neler olur yaşayalım ve görelim..

İşte böyle, tatile gidince  özleyeceğim demiyorum burdayken bile  özledim..Telefondan izlemeye çalışacağım blogları fırsat buldukça..Belki bir iki de karalarım, paylaşırım ya da kendime saklarım..Ben demiştim sevmiyorum diye..Ne yapayım geçecek yaz, öyle ya da böyle..

27 Haziran 2011 Pazartesi

gökyüzü ağlıyor..



Şu an ev buz gibi, pencereler kapandı, pikelerle üşür hale geldik..Battaniyelerin sıcacık dokusuna özlem var şimdi.Ohh mis gibi bir hava karanlık hafif, yağmur ıslatıyor bu coğrafyayı, soğuk ısırıyor iliklerimizi..Ağaçların yeşili bir başka yeşil, şimdi..Islanan insanların sayısı giderek artıyor..Yağmur bazen usul usul yağıyor, bazense gökyüzü ağlıyor..

Ne zaman yağmur yağsa sokaktaki herkes bir tarafa  kaçışır..Bir telaş yaşanır ki, ne varsa dışarda hemen toplanır..Saçak altlarında yürüyenler, kapalı bir yerlere saklananlar yağmurun dinmesini beklerler yürümek için..

Ben severim yağmurda yürümeyi..

Ağlayınca rahatlayan kalp gibi, gökyüzününde rahatladığını düşünürüm...

Düşüncelerin durağanlaştığını, sükuta erdiğini hissederim..

En şiddetli yağmurun bile yumuşacık ve sıcak temasını severim..

Kendine has kokusunu  iliklerimde hissederim..

Dinlerim yağmurun sesinde ağlayan gözleri, çağlayan yürekleri..

Seyrederim  yağmurla hayat bulan ağaçları, çiçekleri..

Fazlasına maruz kalınca zarar gören bitkileri..

Yağmur sonrası havanın dinginliğinde dinlerim kendimi..

Toprak kokusunu çekerim içime özlemle..

Çimlerin parlaklığında, kokusunda bulurum kendimi..

Bir sonbahar duygusu olsa da herkeste, mevsim yaz..Yaz yağmuru gelir geçer.. Elbet güneş, bulutların arasından görünür..Isıtır her yeri, çoşturur gönülleri..Islatmadan geçmez, yaz yağmuru bu işte..Kalıcı değil istenmese de kabul, ne de olsa misafir..


                   

24 Haziran 2011 Cuma

kendimleyim..



Yalnızım..Herkes bir yerlere dağılmış kendimleyim şimdi..Öyle derin cümleler yok..Derin sularda  yüzmeler, hayata anlam yüklemeler yok, felsefe yapmaksa çok uzak bana şimdi..Çocukluğuma da inmeyeceğim..Geçmişi sorgulamayacağım..Yarını planlamayacağım..Günü de yaşamayabilirim..Hatta günden çalabilirim bile..

Müzik mi dinlerim, tv mi izlerim, bloglarda mı gezerim bilmem ama bildiğim  bir şey var yalnızım bugün, yarın..Özledim meleğimi üç gündür yok, arkadaşlarında tatil açılışı yapıyor..Kırk gün kırk gece düğün gibi tatil kutlamaları yapılır artık..Ev bana kaldı bugün..Duvarlarıyla, sessizliğiyle, cansızlığıyla bende..

Problem yok severim ben yalnızlığı..Kendimi dinlerim usulca..Dertlenmem, şikayet de etmem..Sessiz sakin bir denizin dinginliği gibi durulurum..Herşey olacağına varır der bırakırım akışına..El etmem hiçbirşeye değiştirmem sonucu..Su akar yolunu bulur misali..

Şarkılar dinlerim eskilerden, nostalji yaparım belki..Yarım kalan kitabımla buluşmam içinde bundan güzel fırsat olamaz aslında..Çözülmemiş bulmacalarım var ya da beni bekleyen..Vazgeçemediğim kelime oyunlarım..Hiç birşey yapmam belki de kelimenin tam anlamıyla..Uykuyla randevum var ne de olsa her gece..Bu gece biraz erken de buluşabilirim dert değil..

Kimbilir düşünce denizinde de boğulabilirim..Bana uymaz aslında pek ama belli mi olur..Fırsat bu fırsat der gelir ziyaret eder beni belki de düşünceler..Ya da zil çalar gecenin bir yarısı arkadaşlardan biri, birkaçı gelir belki..O zaman bitmez hiç gece bilirim..Sabahları bulur sohbetler.Tadından yenmez böyle geceler..

Neye gebe, hangisi olur bilmem..Hepsi de olabilir belki neden olmasın..Hatta başladı bile şimdi burdayım, cümlelerim bitince ne olacağını bilmiyorum?Bildiğimse hangisi olursa mutlu olacağım..Arada sırada yalnızlık iyidir diyorummm...

şu an içeriğe tam uymasa da :) her zaman CANDAN

ne kadar uzaaaak...



Şirin bir kız çocuğu olduğum günler ne kadar uzak..Elma şekerim, yapış yapış ellerim, meraklı gözlerim, lüleli saçlarım, kırmızı rugan ayakkabılarım..Düşmekten yaralı dizlerim, şımarık sözlerim..Hep büyümek istemelerim, keltoş bebeklerim, vazgeçilmez çizgi filmlerim..Bisiklete binmelerim, saklambaçlarım..Elma denince çıkmalarım, armut denince saklanmalarım ne kadar uzaaaak..

İp atlamalarım, saçlarımı savurmalarım..İlk öğretmenim, ilkokulum, arkadaşlarım, özlemlerim, üstünü örttüklerim, derinlerde sakladıklarım, zaman zaman çıkarıp yenilediklerim..Yenilendiklerim, yendiklerim, yenildiklerim ne kadar uzaak..

Hiç büyümeyecekmiş gibi, büyüklere özenerek geçen günlerimm.Fotoğraf çektirirken kuş çıkacak diye beklemelerim..Ağzı açık poz vermelerim..Çocukça gülmelerim, korkularım, uf olmuş diye ağlamalarım..Masalları gerçek sanmalarım..Aynı masalları yüzlerce  kez okumalarım, yanımdan hiç ayırmadığım pembe panterim ne kadar uzaak..

Anlatılan masallara inandığım saflıklarım, erkek çocukları gibi misket oynamalarım, ayna karşısındaki prenses rollerim, bulduğum her nesneyi mikrofon yapmalarım, haber okumalarım, spiker olmalarım, şarkılar söylemelerim ne kadar uzak..

Tüm masumiyetimle dünyayı algılayamayışım, her olaya iyi tarafından bakışım, kötüyü sadece masallarda sanışım..

Büyüdükçe iyiyi masallarda,  kötüyü gerçeklerde buluşum..Bu gerçeklerle yaşayışım..Çaresizliğin ne olduğunu anlayışım..Hayatın çocukken güzel, çocuk kalbiyle güzel olduğunu farkedişim..

Hep çocuksu oluşumun, çocuk kalmak isteyişimin sebebi olabilir mi?.

                                

22 Haziran 2011 Çarşamba

hep aynı tondan çalmak olmaz ki!


 




Şarkı söyler gibi yaşamalı hayatı.

Kimi zaman mırıldanırcasına, kimi zaman çığlık çığlığa..

Bazen solo bir resital kadar keyifli, bazense çok sesli bir orkestra gibi..

Bir kemanın sesiyle  büyülenmek bazen, bazense vurmalıların ritmiyle hareketlenmek.

Piyanonun tuşlarına hafifçe dokunmak bazen, bazense tüm notalara basmak çılgınca..

Hep aynı tondan çalmak olmaz ki..

Bazen sesi alçaltmak, bazense birlikte söylemek alabildiğince  var gücünle..

Sevdiğin zamanları nakarat gibi sık sık tekrarlamalı, daha bir içten yaşamalı..

Sindirmeli, her sözü yüreğe işler gibi kazımalı, anlamlandırmalı..

Kimi zaman kaybolmalı bir kelimede, kendiyle başbaşa kalmalı..

Bazense şarkıdaki gibi coşmalı, çağlamalı..

Hep aynı tondan çalmak olmaz ki.

Bazen gürül gürül akan nehir gibi ağlamalı..

Gözyaşları yağmur olup yürekleri ıslatmalı..

Bazense sessiz çığlıklarda kaybolmalı..

Aramalı, kendini bile bulmamalı..

Sözler yazmalı, besteler yapmalı hayatta..

Bilmediği sözlerde mırıldanmalı..

Hep aynı tondan çalmak olmaz  ki..

Hayat her telden çalmalı, şarkı söyler gibi yaşamalı..


21 Haziran 2011 Salı

şehir yalnızlıkları


Başını, masanın üzerinden kaldırdı..Gökyüzüne baktı, yıldızları takip etti gözleriyle, ruhunun karanlığında yolunu bulmaya çalışırcasına..Lambayı söndürmüş, ara sıra dışarıdan vuran ışıklarla gözlüyordu etrafı..

Kendisiyle kaldığı anlardı; herkesin günden elini eteğini çekip gecenin sessizliğinde kaybolduğu, rüyalarda, hayallerde gezindiği saatlerdi onlar kendisiyle buluştuğu, konuştuğu anlar..Çocukluğundan bugüne hep cıvıl cıvıl olmuştu, gözlerinin içi parlıyor, hep gülümsüyordu..

Gün hızla geçmiş, sözleşmeden buluşuvermişti yine geceyle....Alabildiğine kalabalık, hareketli, hızlı yaşayan şehirdeki herkes  gibi yalnızdı şimdi..Evin içinden gelen çıtırtılar, dışarıdan gelen bazı sesler arada dikkatini dağıtsa da karşısına geçmiş ilgiyle izliyordu kendi filmini..

Güçlü, bilgili, sevgi dolu bir karışımdı aradığı..Bu üç kavram aynı cümlede tuhaf  görünse bile bir araya geldiğinde insana her anlamda güven veriyordu..Yıllarca bu güven ortamında yaşadığını ve kendisine neler kattığını çok iyi biliyordu..

O da çevresindekilerde hep güvenilirliği, sevginin parlattığı yüzleri aramış, bilginin aydınlattığı ortamlarda mutlu olmuştu farkında olmadan..Aslında her şey birbiriyle inanılmaz ilintiliydi..

Rüzgarın etkisiyle sallanan yapraklar onu düşüncelerinden sıyırdı..Yine gökyüzüne baktı, ordaki milyonlarca yıldızdan bir tanesini seçti..Milyonların içinde tekti, kalabalıkların içinde kaybolmuş, herkes kadar sıradan, herkes kadar özel, herkes kadar bir başınaydı..

Evet onlar kadar benzerdi diğerlerine, ama bir o kadar da farklıydı onlardan..Işığı daha parlaktı sanki, daha çok  etrafını aydınlatıyordu..Kendine faydası yoktu sanki, ürkek, korkak ve yapayalnız duruyordu..Oysa gökyüzü ona aitti şimdi..Gecenin hakimiydi..Öyleyse neydi bu masum, zavallı hali..

Gün aydınlanınca kaybolacak olmanın hüznü müydü? Güneş ışınlarının onu görünmez kılması mıydı burukluğunun sebebi? Yoksa onların arasında da insanlar gibi çatışmalar, kıskançlıklar, çekişmeler mi oluyordu?

İşte bir yıldız kadar yalnızdı şimdi bu evrende..Gecenin gizinde, büyüsünde, karanlığında güven içinde, kendisiyle yalnızdı şimdi..Bir başına dinliyor geceyi, rüzgarın sesini, kendi sessizliğine katıyordu gecenin bitmeyen senfonisini..

Ne düşünceler bitiyordu, ne geceler..Ne hayaller son buluyordu, ne ümitler..Hayat bir nehir gibi akmaya devam ediyor, akıntıya kapılmadan rüzgarın ürpertisinden ilham alarak çağlamaya devam ediyordu...Güneş günü selamlıyor düşünceler eşliğinde, bir gece daha bitiyordu..

18 Haziran 2011 Cumartesi

müneccim değilim



Satır aralarını okumam çünkü söylemek istediklerimi söylerim ben..Söylememeye karar verdiysem de bitirmeye çalışırım zihnimde onları.Kurup, kaldırıp, tekrar tekrar ısıtıp getirmem kendi önüme, değil ki muhatabına..Sabrederim, şans da veririm karşımdakine..Algı farklılığı derim, bakış açısı derim ikna ederim kendimi savaş etmem kendimle, ettirmem de düşüncelerimi..

Oysa yeni tanışılan bir kişiyi anlamak için sadece söylediklerine değil de söylemediklerine bakmak gerekmiş..Bu yaşımda bu sonuca vardım.Elli yaşını geçmiş, yıllarca neler yaşamış, neler biriktirmiş, ne darbeler yemiş ki almış hayata karşı gardını..Temkinli, kelimeleri söylerken, cümleleri kurarken sürekli mesaj verir hale gelmiş..Söylediği cümlenin havasından hissedeceksin, söyleyemediğini, gölgesini satır arasında sen bulacaksın ki kendini koruyacaksın..Kırılmayacaksın o zaman..

Yıllarca ben söylenene değer verdim, sözün güvenilirliğine inandım ya, satır aralarını okuyamamı müneccim olmamaya bağladım..Şanslıydım sanırım sadece şu ana kadar bir kaç kişiye rastladım..Satır aralarında kinler gizleyen, kompleksler barındıran, güvensiz, zavallı olduğunu düşündüğüm bir kaç kisi..Acıdım onlara, acıttıkları geçtikten sonra..

Böyle geçmez ki hayat, güvenmeden, sevmeden, paylaşmadan geçmez ki..Bir tanesi var bildiğim şu an yapayalnız, sadece yanında kendine esir etttiği iki üç kişi ile devam ediyor hayat serüvenine..Yolun sonunda kalır mı yanında kimse bilemem ama..Tanı koymak değil tabi, depresif kişilikler bence onlar, savaşları kendileriyle aslında ama onu bile farkedemedikleri için karşılarına çıkanlarla uğraşıyorlar..

Bulamamışlar yaşam gayelerini bence, yaradılanı yaradandan ötürü sevmeyi öğrenememişler, kimsenin mükemmel olmadığını anlayamamışlar, insanın, hücrelerinin duygularla beslendiğini de anlamamışlar..Bir bir öldürmüşler kendi hücrelerini de yetmezmiş gibi karşılarındakileri hedef almışlar..

İşte böyle anlatırken bile üzülüyorum onlar adına, yazık diyorum istemsiz..Net ol kardeşim, kurgu yapma..Söylemediğim şeyi, düşünmediğimi bana atfetme..İstesem, düşünsem öyle söylerdim, yapardım da kimse tutamazdı beni..Bırak söylenenden yan manalar çıkarmayı, sese kulak ver, yüreğe bak, yapılanla değerlendir..Arayıp bulduklarınla, kurguladıklarınla değer verirsen sen kaybedersin üzgünüm ben değil!!

                                                   

17 Haziran 2011 Cuma

ben burda..

 

Ben burda yazarak konuşmayı sevdim..Okuyarak dinlemeyi, düşünerek anlamayı, hissederek paylaşmayı sevdim....Ben burda beni benden dinlemeyi, okurların gözünden beni anlamayı, benle tanışmayı sevdim..

Başka pencerelerden bakabilmeyi, aynı pencereden bakıp farklı şeyler görebilmeyi, bazen aynı yerden bakıp aynilikte buluşmayı sevdim..Dünya üzerindeki farklı coğrafyalarda anne olmanın, insan olmanın, kadın olmanın benzerlik ve ayrılıklarını hissetmeyi sevdim..

Farklı yeteneklerdeki kişilerin, farklı algılarını, farklı dışavurumlarını sevdim.."Yazmak özgürlüktür gökyüzünde uçar gibi" desem de, sınırların içinde yazmayı sevdim..Sınırsız düşüncelerle, ortak hayallerde, benzer ümitler içinde olmayı sevdim..

Paylaşmak için bir metaya ihtiyaç olmamasını sevdim..Fikrin, hayalin, umudun, derdin dile getirilişini sevdim..Hobinin, fobinin, öfkenin, neşenin çağlayışını sevdim..Hiç tanımadığın birine arkadaşım demeyi, neden yazmamış diye merak etmeyi, ooo ne güzel dile getirmiş hislerini diye özenmeyi, kimse okumamış diye üzülmeyi, bugün çok ziyaretçim olmuş diye sevinmeyi, ziyaret etmekle kalmayıp yorumlarını esirgememişler diye mutlu olmayı sevdim..

Bir şiirde deniz kenarına gidip, martıların sesini duymayı, rüzgarın ürpertisiyle üşümeyi, bir şiirde aşkın büyüsünde gizlenmeyi, bir satırda çaresizliği yüreğinde hissetmeyi, gözlerimin nemlenmesini sevdim..

Ben burda günlük hayattan sıyrılmayı, kendimle kalmayı, iç sesime kulak vermeyi, sesimi sınırlar ötesine taşımayı sevdim..Uzaktan gelen sesleri duymayı, acaba ne demişler diye dinlemeyi sevdim..Her kalemin farklı gölgesini sevdim..Her cümlenin içindeki gizemi aramayı, kaynağını bulabilme ihtimalimi sevdim..

Kaybolduğum satırları yazan kişileri tanımayı sevdim..Onları kullandıkları noktalama işaretleriyle, cümlelerdeki vurgularıyla, harfleri bir araya getirişlerindeki biçimle, kişileştirmeyi sevdim..Kimler nerelerde, hangi iklimlerde, hangi yağmurlarda, hangi çöllerde diye düşünmeyi sevdim..

Yazmanın da konuşmak gibi bir ihtiyaç olarak algılanışını sevdim..Okumanın da dinlemek kadar özen gerektirdiğini anlamayı sevdim..Yazmayı sevdim, harflerle oyun oynamayı sevdim, farklı oyunların içinde bazen senarist bazen oyuncu olmayı sevdim..

Gecenin bir yarısında kendimle konuşmayı sevdim..Kelimelerimi  kalıcılaştırmayı sevdim..Geriye dönüp ne demişim diye okumayı sevdim..Her okuyuşumda kendimi daha iyi tanımayı sevdim..Anlamayı, anlaşılır olmayı sevdim..Bazen kendimi yadırgamayı sevdim, kendime kızmayı, neden böyle yapmışım demeyi sevdim ben burda..

Ben burda en çok; beni sevdim, seni sevdim, bizi sevdim, onları sevdim..

Ben burda.....

                               

13 Haziran 2011 Pazartesi

unutmayı unutma!


Günler günleri kovalıyordu sanki bir yere yetişecekmiş gibi..Senenin yine ortası gelmişti..Zamanın hızına   yetişmek için çabalarken, olayların  sindirilmeden yaşandığını düşünüyordu..Gün güne ekleniyor, yaşananlar birbirlerini etkilese de akılda kalan hep en son yaşanan oluyordu..Balık hafızası bu oluyordu demek ki..İyi ki de öyleydi aslında..Eğer olaylar tüm sıcaklığıyla belleklerinde kalsa beyinlerindeki savaşa kimse engel olamaz, barış hiçbir zaman sağlanamazdı..


Unutmak iyi ki vardı..Kimi zaman unuttuklarımızdı bizi ayakta tutan, kimi zamansa unutamadıklarımızdı bizi geceler boyu uyutmayan..Tamamen unutulmadığı söylense de sıcaklığını kaybetmesi bile işe yarıyordu..Düşünüyorum da büyük acılara unutma olmasa nasıl katlanır ki?..En sevdiklerinin kaybı, felaketler, hayal kırıklıkları, kazalar, travmalar..

Unutma olmasa; güdülen kinler, saçılan öfkeler, haykırılan nefretler ortalığı kasıp kavururdu..Umutlar bir bir yok olur, sadece kötülük hakim olurdu insanlar arasında..

 Bu sabah uyandığımda hemen kalkmadım yerimden..Hangi düşünceler alıp beni götürdü  bilemeyeceğim ama çok kızdığım, çok yanlış davranışlarına maruz kaldığım biri geldi aklıma..Oysa uzun zamandır belleğime, düşüncelerime uğramıyor, kötü düşüncelerinden, negatif etkisinden uzak kalıyordum istemsiz olarak..Ya beynim beni korumak adına bunu yapıyordu..Ya da ben kendi adıma bilerek yapıyordum..Sonuç olarak ne kadar rahat olduğumu düşündüm, o düşüncelerden uzaklaşarak..


Yaşam kalitesi dediğin şey sadece maddesel konforla olmuyor aslında..En güzeli düşüncelerle gelen konfor..Rahatsız eden, sinirini bozan insanları, davranışları kendinden uzaklaştırarak elde ettiğin yaşam kalitesi, hiç bir lüksle mukayese edilemez bence..Sarayda, köşkte bile yaşasa insan belleği, sinir hücreleri çöplüklerde geziyorsa ne kadar iyi yaşayabilir ki?


Bu bilince gelmem zaman aldı tabi..Yirmili yaşlarda her şey daha bir hızlı yaşanıyor sanki..Her olaya anında tepki veriliyor..Sanki yaşam o andan ibaret gibi davranılabiliyor..İlerisinin de olduğu, her şeyin sahibinin  zaman olduğu, kişilerin sadece  birer oyuncu olduğu fark edilemiyor nedense..Her şey anlık yaşanıp halledilmek isteniyor..Hal edilemiyor aslında sadece edildiği sanılıp, sinirler bozuluyor..

Sözün özü; ne kadar da mutlu uyandım bu sabah iş işten geçmeden, bana negatif enerji veren insanlardan, düşüncelerden arınmayı başarabilmenin farkındalığıyla güne başladım..Aydınlık, güzel, pırıl pırıl bir yaz gününe merhaba demek istedim..Çürük patatesleri çöp kutusuna atmanın, kokularından ve varlıklarından uzaklaşmanın verdiği hafiflikle..Mis kokular içinde güne uyanmanın verdiği  sevinçle..

10 Haziran 2011 Cuma

beyaz mendil salladım


Ağaçları, bitkileri öyle bilmem ben..Çiçekleri çok severim, yeşilin büyüsüne de hayranım ama görselliğinden, kokularından aldığım hazdan öteye geçmez ilgim..Şu çınar ağacıdır, şu da meşe diyemem öyle yapraklarını görünce..Ama bir tanesi var ki, benim için ağaç o, hayat o, çocukluk o, bitmeyen bir sevda o..

Gölgesiyle, heybetiyle, mis kokusuyla çocukluğuma damgasını vuran, çiçekleriyle odama renk katan, serinliğiyle ürperten akasyalar..Gölgesindeyken oyunlarımıza katılan, saklambaçlarımıza tanıklık eden ağaçlar..


Masamın başında ders çalışırken rüzgarın etkisiyle salınışlarını izlediğim, baharın geldiğini hissettiğim, yazın rüzgarına, seyrine doyamadığım akasyalar..Yapraklarını kopartmayı oyun haline getirdiğim akasyalar..

Dili olsa da konuşsa dediklerimden..Üzerinden yirmi beş yıl geçmiş de daha kimlere, nelere şahitlik etmiş?Kimleri etkilemiş mis kokusuyla?..Kimlere gölgelik olmuş bizden sonra?.Kaç çocuğun büyümesine tanıklık etmiş?Kaç aşka ilham olmuş kim bilir?

Bugün sıcak kasıp kavururken kentimi, akasyaların salıntısında serinledim eskisi gibi..Klimayı çalıştırmadım, nostalji yaptım önce..Ardına kadar açtım perdeleri, rüzgar ılık ılık eserken dinledim şarkısını yine..Ne çok yarenlik etmiştim vaktiyle..

Bazen bir ses, bir şarkı, bir söz alıp götürürken beni eskilere, bugün çocukluğumun ağaçları aldı götürdü beni o güzel günlere..Sandıktan çıkarmadım, naftalin kokusu gelmedi yirmi beş yıl dediysem, o çocuğum ben hala saklambaç oynayan, ağacın altında oturan, hayaller kuran..

Açarken akasyalar yolu kollanan yar'a söylenen şarkıyla bitsin isterim sözüm..
                         

8 Haziran 2011 Çarşamba

gidiş...



 Gözünü ilk açışında dünyaya, selam durduğunda hayata, ilk adımlarını attığında, ilk okula başladığında, ilk mezuniyetinde, ilk aşkla tanıştığında, evlendiğinin ilk gününde, ilk anne olduğunda, çocuğu ilk dişini çıkardığında, çocuğu okula başladığında, ikinci çocuğu olduğunda, sünnet törenlerinde, ... ilkler daha uzayıp gider de giden geriye gelmez..İşte bu ilklerin hepsinde, mutlu, sevinçli, umutlu, coşkulu bir çift gözle, ıslanmış ama sevinç gözyaşlarını akıtarak bakan iki gözle seyretmiş kendi filmini..

 Pişmanlıklar yaşanmış, kıskançlıklar, özlemler içinde geçmiş belki de gençliği..Sıkıntılara meydan okumuş seven iki yürek..Sevgileri dillere destan olmuş kısa süren yaşamları gibi..Öyle bool bol vakitleri olmamış, birbirlerine olan aşklarını doya doya yaşamak için..Uzun görünen ama kısa bir hayat yazılmış onlara..

 Kalan gidenin yokluğuna alışamamış da hep istemiş gitmek yanına..Her isteyenin istediği zaman gidemeyeceği bir yer orası ne de olsa..Kimsenin zamannını tayin edemediği bir yolculuk..Yıllarca isteyip durmuş, sonunda kavuşmuş sevdiceğine..

 Diğer sevdiklerini geride bırakarak gitmiş ama..Yüreğini bırakmış tabi giderken..Hangi anne yavrusundan ayrılırken yüreğini de götürebilir ki? Beden gider belki, toprak olur karışır içine, ruh da görülmez, hissedilmez de, yürek geride kalır..Sevdiklerinin elinde kalır paramparça, burnunda kalır sızlatır, soluğunda, kalbinde kalır sıcacık..

 Hiç yaşamamış gibi olur beden girince toprağa, ruh göçünce başka boyutlara..Yaşanmışlıklar, yorulmalar, dinginlikler, huzursuzluklar herşey yalan olur da bir gerçek kalır,  gidiş..

Dünyadan gidiş, kendinden gidiş, sesinden, nefesinden gidiş..

Her son bir başlangıçtır ya,

Her gelen gidecektir,

Her adım yaklaştırır ya bizi sona,

Her gülüş, ağlayışa yoldur ya,

Her ağlayış yaşartmaz gönlü ne de olsa,

Giden gittiğiyle kalır da geride bıraktıkları, yürekleri paramparça, sanki gerçek gibi ama yalan, sanki oyun gibi ama gerçek yaşarlar bu gidişi..Ağlarken gözler, kanarken yürekler gidene üzüldüğü gibi belki de kendi gidişini görür hisseder..O zaman daha çok ağlar gözler, daha çok ıslanır, paralanır yürekler..Dünyanın kanunu bu belli, her nefis tadacak ölümü..Sırası gelen gidecek..Kalanlar hep üzülecek..

Yağmurdan sonraki toprak kokusu ne de güzeldir..Sevmeyen yoktur, içine  çekmeyen iliklerine kadar hissetmeyen..Derin derin solumayan yoktur sanki..Neden sevilir ki; nasıl bir sevgi bu?
Belki de sona olan sevgi, bitişe-başlangıca, gidişe olan sevgi..

                                   

6 Haziran 2011 Pazartesi

akıp giden zamanı yakaladım şimdi..



Harika geçen bir Pazar günün ardından haftaya dinamik, neşeli  başlamak bambaşka..Elbette günü, dünü nasıl geçirdiğimle ilgili, yarına nasıl bakacağım..Hayatta her şey ilintili birbiriyle bağımsız görünse de.En özgür anlarımda bile bağlıyım aslında dünüme, düşüncelerime..
Özel bir çaba sarf etmedim iyi geçsin diye ama inanılmaz hareketli, keyifli geçti..Aslında her şey detaylarda saklıymış fark etmesem de..Hep görünenle ilgilenilir oysa..Görünmeyen yüzünde gizliymiş aslında güzellikler ki marifet o noktayı görebilmekteymiş..
Hayatım boyunca hep o güzeli görmeye çalışmışım, çoğunlukla da başarmış olduğum için bunu şanslıyım diyebilirim  kendime..Elbette  zaman zaman vardır kalmışlığım, çıkamadığım oyunların içinde..Göremediğim  güzellikler, katlanmak zorunda olduğum yanlışlıklar, çirkinlikler..Hayatın hep rölantide gitmediği, iniş-çıkış ve bir sürü engelle dolu olduğunu fark etmem zaman alsa da hala her şey için zaman varmış gibi hissetmek güzel.
Olmasa da..
Kim bilir belki her şey için çok vaktim var, yapmadıklarım, yapmak istediklerim belki de atladıklarım..Yaşanacak daha çok şey var görülecek çok güzellik.”.Ömür ne artar ne azalır” derler de ömrü daha uzun yaşamış gibi hissetmek dakikalara sığdırdıklarımızla alakalıymış meğer..Zaman artımı bu olsa gerek, altmış saniyeyi üç bin altı yüz salise gibi görüp, yaşayabilmekte..
Acele etmeden ama,  bir telaşa kapılmadan, sindire sindire aynı zamanda süratle..Kaçırmadan en küçük detayı bile, asla boğulmadan hiçbirinde..Her şey benim algımdaymış aslında..Çabuk geçsin istersem bir gün demeli, yok hiç bitmesin istediğimdeyse bin dört yüz kırk dakika yada seksen altı bin dört yüz saniyem var daha diyebilmekteymiş.
Aslında hafta sonundan bahsetmek istemiştim de nedense saniyelerde buldum kendimi..Şimdi sözü uzatmadan  gitmem gerek yaşanacak güne borcumu ödemeye..Saatlerde, dakikalarda gizli olanlarla yüzleşmeye..İnsan  bazen söylemek istediğini değil de kendine yada karşısında gerekeni söylermiş.. Zaman kime gerek değil ki ya da hatırlatmak zamanın çok çabuk akıp gittiği..
not:başlık sadece bir gülmece , yoksa zamanı yakalamak mı?işte orası tam bir bilmece :)

3 Haziran 2011 Cuma

ışığın yanmasıyla

Her zamanki gibi odasındaki siyah kadife  koltuğunda oturmuş, eşyaların silüetleri, dışarıdan gelen ışık oyunları  ile beraber  kendini dinliyordu karanlıkta..Evin hareketli saatleri devam ederken, bunu başarmak zor da olsa, seviyordu usulca kendiyle konuşmayı..Günün muhasebesini yaparken, daldan dala konuyor, ömrün analizini yapma kıvamına bile gelebiliyordu..

Hep bir koşuşturmacadan ibaret olan yaşamında, kendisine molaydı bu dakikalar..Düşünüyor, anlamlandırıyor, sebep-sonuç ilişkisiyle noktayı koyuyor ve böylece zihninde gereksiz kalabalıklara yer vermiyordu..Unutmak değildi bu elbette..Halletmek, halleşmek daha doğru bir tanımlama olabilirdi..

Zihninde halletmezse yaşananları, hissettiklerini bir sonraki güne dolu, karışık bir zihinle girmesi kuvvetle muhtemeldi..Ve ekside başlayacağı bir günden artıyla çıkma ihtimali azalacaktı..Gerçekten gün sonu gibi düşünüyordu yaptığını, bir mağazanın, bir bankanın gün sonu gibi.. Alacak-verecek, gelir-gider şeklinde değerlendiriyor..Her şeyi yerli yerine koyduğunda "tamam gün sonu" diyebiliyordu


İşte o zaman; sabah olduğunda dünden bugüne olumsuz bir şey    aktarmadan, dünün hesabını dünde bırakarak, daha temiz, daha yaşanılası bir güne selam durabiliyordu..Zaman zaman; değil düne daha önceki yıllara bile süratle bir yolculuk yapıp, alması gerekeni alıp, bırakması gerekeni bırakabiliyordu ki, bu güne devam edebilmesi için bir gereklilikti onun için..

Birikmiş  kızgınlıkların, anlaşılamamış sözlerin, yerini bulmamış bakışların ağırlığı, birikmiş hesabın altından kalkmaktan daha zordu..O yüzden sıcağı sıcağına görüyordu hesabı hep..Kendine ilke edinmişti bunu..O zaman kalbi pır pır çarpmıyordu aklına geldiğinde yaşananlar, üzeri örtülmüş sineye çekilmiş değil, taşlar yerine oturtulmuş anlamlandırılmış olarak kazınıyordu belleğe..


Yarın  bir travma olarak karşısına çıkmayacaktı yani..Yaşadıkları belki de onu bu yöne itmişti..Yutkunmalar, doğru bildiğini söyleyememeler, sabretmeler, göz yummalar hepsi üzeri örtülmüş yaralar gibi bekleyeceğine kanamayı, acımayı yaralasa bile kabuklaşmasına izin vermemeyi öğretmişti hayat..

Işığın yanmasıyla irkildi, bir anda aydınlandı her yer, sadece gözlerini değil, yüreğini de kırpıştırdı, sıyrıldı düşüncelerinden, gülümsedi..

                                                                

2 Haziran 2011 Perşembe

candan öte

Liman olmuş  hep dostların birbirine yüreği..Yorulduklarında soluklandırmışlar birbirlerini dingin halleriyle, nefessiz kaldıklarında oksijen olup sızmışlar damarlarına kendilerince, çaresiz olduklarında çözümler üretmişler bazen naif, bazen hırçın sözleriyle..

Gün olmuş yaşlar gözlerinden birlikte süzülmüş, kalpler birlikte çarpmış üzüntüyle..Hayatın karşısında hep birlikte durulmuş..Düştüğü zaman kaldırmamış sadece, düşmemesi için elinden tutmuş sendelediğinde..Kabuslar gördüğünde yürek yüreğe verip korkmuşlar birlikte..

Dünyaya yeni katılanlara birlikte hoş geldin demişler, gidenlerin son duasında da yan yana olmuş kalpler onlar..İyi günün en iyisi olmuşlar da , kötü günlere kalben, bedenen siper olmuşlar..Canım derken, canı koymuşlar ortaya..



Öyle görmüşler dostluğu, öyle bilmişler..Yarı yolda bırakmak olmaz diye son güne kadar sözleşmişler..Gün olup görüşemediklerinde hep bir atmış kalpleri, uzaktan düşünmüşler birbirlerini.Bir ses, bir  nefes olmuşlar..



Kolay yıkılmaz kale olmuşlar hayata..Sarsıntılarla güçlenmişler, rüzgarlarla beslenmişler, yağmurlar fırtınalar karşısında gösterdikleri direnç, can vermiş onlara..Göstermişler kardeşlik sadece aynı kanı taşımakla olmaz diye.Kan kardeşliğinden daha sağlam, daha yıkılmaz oluyor yüreklerde dolaşan sevgiyse, emekse..
                                                           

1 Haziran 2011 Çarşamba

çığlık




Gecenin derinliğinde, sessiz çığlıkların içindeydi şimdi..  Günlerin ötesinde, yılların bitiminde.Geçirdiği her günde saklanmış, yaşadığı her olayda kaybolmuştu..
İstemsiz her davranışta yok olmuş, kendinden kopmuştu..

Üzerine toprak  atılmıştı sanki..Nefes alamıyordu, almadığını sanıyordu..Arada sızan boşluklardan hava alıyordu..Aldığı havayla tamamlamaya çalışıyordu yaşama borcunu..Daha ne kadar idare edeceğini bilemiyordu..Can hıraş bugüne gelmişti ama devam edebilecek gücün kendinde olmadığını biliyordu..

Etrafı insanlarla doluydu..En zoru zaten buydu..Farklı sesler, farklı nefesler arasında tükeniyor, çokluk arasında yokluk yaşıyordu..Onların yanında daha bir yalnız, daha bir ürkekti..Ses veriyor, çıkardığı ses kendine bile öyle cılız geliyordu ki duyulmayacağını düşünüyordu..Belki de duyuluyordu..


Güçlüydü, güçlü görünüyordu..Sınırları vardı esnek görülen..Görünen ile gerçek farklıydı ama..Gördükleri sadece bir duvardı..Duvar pürüzsüz, güzel görünüyordu da  altında neler olup bitiyordu..

Kimse bilmiyordu, oysa ne fırtınalar yaşanıyordu, ne gemiler alabora oluyor, ne hayaller, ne istekler, ne yaşanmamış duygular, ne yaşanmışlıklar gizleniyordu duvarların arkasında..Sesini çıkarmak istiyordu her defasında başaramıyordu..

Girdap bu olsa gerekti..Ruhun girdabı, öğrenilmişliklerin, baskılanılmışlıkların, hislerin çukurunda dönmekti belki..Dönüyor, döndükçe başı dönüyor, hepsi birbiriyle çarpışıyor, çıkmaya yaklaştığı an, tekrar girdabın içinde kalıyordu..

Çığlıklar atıyor,  çırpınıyor kendini hissettirmek istiyor, karanlık gecenin kabusunda başrol oynuyor, kulağına gelen başka çığlıklardan korkuyor, yüksek bir yerden düşermiş gibi yüreği ağzında haykırıyor, haykırıyor ne yapsa sesi dışarı çıkmıyordu..


Bir el bekliyordu kendini bu karanlıklardan çıkaracak, yumuşak, şefkatli bir el..Tutsa o el ama hiç bir kuvvet uygulamasa  sadece dokunsa, gücü kendinde bulacak her şeyi gerisinde bırakacaktı..Kim bilir o el belki de ölümün eli olacaktı..