29 Mart 2011 Salı

sözüm kime?


Yalnız yaşamıyorum hayatta,

etrafım kalabalık; eş, dost, seven, sevmeyen,

yüzüne gülen dostça, arkandan söyleyen,

derdinle dertlenen, senden habersiz üzülen,

seni çok umursayan, varlığını yok sayan,

nefes aldıran, sıkıntılara boğan,

örnek alan, yaşamıyla model olan

varlığıyla renk katan,

etrafa ışık saçan, ortalığı karartan,

çevreyi koruyan, hunharca yok eden,

insanlara kıyan, baştacı yapan,

olup biteni fark eden, kör,sağır, dilsiz olan,

dünyayı zehreden kendine,

çevresindekilere,

sözüm; bunların hepsini görüp, bilip,

yalnız kalan kendime,

kalabalıklardaki sessizlere,

kimsesizlere,

sizlere..

                       

28 Mart 2011 Pazartesi

ygs de bitti..

Yüksek öğretime geçiş sınavı, namı diğer YGS..Geçen yılımızın kabusu, bu yıl bile etkisi süren 3 yıl sonra tekrar yaşayacağımız gerçeğin adı..Çoğul eki kullanıyorum çünkü sadece gençler girmiyor sınava, ailelerde başka bir boyuttan katılıyor..

Maddi boyutu geçiyorum, bir şekilde dershanelere veriliyor paralar..İmkanı geniş olanlar çatır çatır özel dersini de aldırıyor..Olmayan da kendi elinden geldiğince çalışıyor..Çalışıyor da onunla da bitmiyor..Sınavdan önceki gece, sabah uyanma, güzel kahvaltı etme, sınav yerine geç kalmama, kimlik belgelerini unutmama şeklinde geliştirilen sendromları var..

Bir sürü gerekçe bulunabilir ya da yakıştırma yapılabilir ama özünde benim eğitim odaklı bir insan olmam var bence..Okul öncesinden beri çocuklarımın akademik gelişimleri ile biraz fazlaca ilgilendim sanırım.Kendi hallerine bırakamadım..İstediğim oldu mu hayır, ama bunları yaparken şunu öğrendim verdiğim emeğin, attığımın her adımın, söylediğim her sözün bir geri dönüşümü oldu bana..Kimi zaman öğretici oldu bu geri dönüşler, kimi zaman da beni doğruladı..

Geriye dönüp baktığımda şu an üniversiteye adımını, istediği bölümde okuyarak atmış bir kız annesi olarak, keşke yapmasaydım dediğim bir şey yok..Bugün konuşurken kendisi saçma bulsa da hala diretmelerimi, onu rahat bırakmamalarımı, mutlaka başarmalısın demelerimi o da biliyor ki bu çabalarla gelindi bu günlere..

Biz şanslı bir anne kız olduk bence..O inat etti ben gezerek, sosyal hayatımdan fedakarlık etmeden hazırlanacağım sınava..Ben inat ettim hedefini yüksek tutmasına..İkimizin de istediği oldu, mutlu sona vardık ama herkes bizim gibi dört ayak üstüne düşmeyebilir..

Sistemi tartışmak bişey kazandırmıyor..Sistem bu ve biz ne yapabilirize bakmak lazım, strateji belirlemek şart bence.Önce doğru hedef..Sonra hedef bilgide saklı, rakamlarda saklı, sürelerde saklı..Bunlar iyi özümsenirse neden olmasın? Bir de insanüstü sabır gerek..Kimliğini, kişiliğini arayan bir genci sürekli aynı şeye odaklamak ve onu orda sabit kılmak için  sabır..

Şunu da atlamayalım, İstanbul gibi renkli  bir kentte sınava hazırlanmak daha bir zor..Her türlü eğlencenin nabzının tutulduğu kentte konsantre olmak da ayrı bir sanat..Bu engelleri aşıp, kapak atarsanız üniversiteye her şey bitmiyor tabi..Tersine yeniden başlıyor..Kısacası sınav, rekabet, çalışma, disiplin hayatın her evresinde hep var oluyor..


Bugün kızımla izlerken televizyonda sınava giren gençleri, umut besleyen, korkan, heyecanlanan, sınav boyunca dua eden aileleri içim bir tuhaf oldu..Biliyordum çünkü onlar için o sınavın önemini, her şeyin etiketlere göre şekillendiği dünyamızda, kalıcı etiketlerden birinin öncesindeki telaşı, umudu, çaresizliği..

Dilerim; sınava hazırlanan herkesin sonucu güzel olur..Dilerim; hayal ettikleri, mutlu olacakları bölümde, kaliteli eğitim alabilirler..Dilerim; bu var olma savaşında kazananlardan olurlar.Kazandıklarıysa sadece akademik başarı değil, insanca yaşamak ve yaşatmak olur..

Biz de ailece yeni ygs adayımız için üç yıllık planları yapmaya başladık bile..Tabi o zamana kadar kendisi de adı da değişmezse..Demek ki yine sabır gerek bize, hoşgörü gerek bize, disiplin gerek bize..
Kısaca engin bir yürek gerek bize..

                         

27 Mart 2011 Pazar

güzellik..

İstanbul da güneşli bir pazar sabahı..Yeni bir gün;  bir başlangıca, bir habere, bir sürprize gebe mi acaba? Küçük bir olay, güzel bir söz, bir ilgi, bir bakış ya da anlayış gününüzü güzelleştirebilir mi? Yoksa çok önemli bir şeyler mi sizi etkiler, değerli bir hediye, özel bir tatil, işinizde terfi gibi...

Beni bu sabah aldığım bir mail çok mutlu etti..İçinde insani değerler barındıran, ilgininin, sevginin hissedilebileceği minicik bir mail..Ama içeriği kocaman, dünyalar kadar..Aslında hayat bu işte, büyük gibi görünen şeylerin aslında küçük algılanması, küçük sandığımız detayların büyük, kocaman bir yer bulması hayatımızda..

O zaman taşlar yerine oturuyor bence..Eğer büyük taşların arasına çakıllar, kum tanecikleri girip doldurursa tamamlanırız bence..Hikayede anlatıldığı gibi, sanırım okumayan yoktur profesörün öğrencilere anlattığı bardak hikayesini..Önce büyük taşları doldurmalısın diyor bardağa, bardak doldu gibi görünse de inanma, küçük çakıllarla devam et, yine doldu zannettiğin anda, kum tanelerini bırak üzerine, artık tamam dedikten sonra da suyu ekle üzerine...


İşte böylee..Benim de bu yaşıma kadar yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım, dostlarım, arkadaşlarım, ailem, sevdiklerim..Bardak  sanki doldu gibi geliyordu bana..Ama hayır anladım daha çok yer var, öğrenecek çok şey var hayatta, varlıklarıyla anlam katacak belki de çok insan..

Bugün bu cümleleri  bana yazdıran arkadaşım; mailine, ilgine, duyguların aksettirilemediğini düşündüğümüz bu ortamda gösterdiğin; varlığına, kısaca sana çoook teşekkürler..Güzellik bazen bir resimde, bazen bir manzarada, bazen güzel bir yüzde karşına çıkar, benimse bugün  bir yürekte karşımda..Seninde hayatın kalbin gibi güzel olsun..

                 

24 Mart 2011 Perşembe

gülmeyin..


                               
                                                      

Ne kadar klişe bir söz ‘korkularının üzerine git’..En sevmediğim klişe budur işte..Kardeşim korkularımın üzerine gidecek kadar cesur olsam, korkamam korktuklarımdan.Aman Allah’ım ne korkunç bir cümle oldu..

Tamam benim de korkmadığım bir şey yok ama ne yapabilirim? Korkuyorum, korkularımla baş edebilme fikrinden bile korkuyorum.Korkmayan biri yada korkuları az olan biri korkusuz yaşamanın ne kadar özel ve güzel bir durum olduğunu hayal bile edemez..

Dünyayı paylaştığımız diğer canlı grubu ( hayvan denmesinden rahatsız olanlar için ) içerisinde korkmadığım bir tür yok desem inanır mısınız bilmiyorum? Ve sadece yüksek binalarda, penceresinde sineklik olan evlerde rahatça oturabildiğimi bilseniz yadırgar mısınız?

Onun dışında bulunduğu her yerde bir herhangi bir kuş, böcek ve bilimum hayvanlar çıkacak korkusuyla tedirgin olarak yaşayan bir insanım..Yolda yürürken yanından kedi mi, köpek mi geçecek diye dönüp dönüp arkasına bakan, dışarıdan son derece paranoyak görünen bir insan..


 Çok zor böyle yaşamak, özellikle bahar ve yaz aylarında..Açık mekanlara gidilecek ve ben hep korkular içerisinde oturacağım..Herkes o yerin keyfini çıkarırken, ben radar misali onları takip edip, yerli yersiz çığlıklar atıp, sandalye devirip, kaçıp, saklanıp, komik durumlara düşeceğim..

Beni görüp yargılayanlara sesleniyorum..Hayır ben hayvan düşmanı değilim, tabi ki bende sevmek isterdim onları diğer insanlar gibi..Elimde değil sadece çok korktuğum için tepkim..Ben istemez miyim sanıyorsunuz, sizler gibi kayıtsız kalsam; yanımdan, arkamdan geçip gitseler? Ya da ben de dokunabilsem ve sizler gibi hissedebilsem, bir bebeği sever gibi sevebilsem..

Olmuyor işte hayali bile ürkütücü desem, abarttığımı düşünürsünüz.Herkes yaşadığını bilir derler ya aynen öyle..Yine korkularımla baş başa bir bahara merhaba demek zorundayım..Balıkçıya gidemem, parklarda rahat edemem, herkesin keyif aldığı piknikler ise benim için ütopya..


Tedavi olmamı istiyor yakınlarım ama anlamıyorlar, korkmayıp onlara yakın olduğumu düşünmekten
bile korkuyorum..Neden mi bu konuya değindim? Bir gün bir yerde karşılaşırız belki, belki de benim kadar korkan birileriyle karşılaşırsınız da onu yadırgamayın, gülmeyin, kızmayın diye..

Korkularda anlam aramayın lütfen..Ne kadar saçma da görünse gözünüze, durun bir düşünün..Kocaman insanlar o duruma düşmek ister mi, kimbilir ne kadar çaresizler ki öyle davranıyorlar?

Bir grup mu kursam acaba? Korkaklar grubu J..Bu gruba dahil olacak kadar cesurlar varsa beklerim..Korkaklar grubunun kapıları,  korkmayanlara da açık elbette J..
           

23 Mart 2011 Çarşamba

herkes böyle olsa..

                           
                                                  

Yaşam enerjisi başka bir şey..Gülen  gözlerle dünyayı seyreylemek..Hatta olup bitene seyirci olup gülmek..Her yaşın ayrı bir güzelliği vardır, slogan olmuştur hatta bu söz..Ben  de tescilledim bu sözü bugün..Tescillemek ne kelime hayranlık duydum..



Yaşlarını tam bilmeme rağmen 60-65 yaşlarında bir çiftin evine konuk oldum bugün kısa süreliğine..Yaşları ile pek bağdaşmayan fiziki görünümleri, gülen yüzleri, mavi gözleriyle  harika iki insanın evine..Kim der yaş yetmiş iş bitmiş..Ütülü pantolonu, modern çizgide giyimiyle yakışıklı amcamız en fazla elli gösteriyor, kısa kesilmiş saçlar ve eşofmanlarıyla güzeller güzeli ablamız..

Hak verirsiniz teyze diyemeyeceğim; benim yaşımda oğlu olsa da en fazla abla olabilir, o görüntü, o ruh, o enerji ve neşeyle..Yüzünde güller açarak karşıladılar bizi..Yüreklerinin güzelliği sadece yüzlerine değil evlerine de vurmuş desem abartı olmaz sanırım..



Günün trendi avangart mobilyalar ve koltuklarla, şıkır  şıkır perdeler, osmanlı çizgileri taşıyan aksesuarlarla benim diyen mimarın beğeneceği bir salon..Aynı özende yatak odası, kullanışlı ve şık..Mutfakta doğal olsun  sevdasıyla  yapılan ve burnumuza gelen ekmek kokusu..En özenli şekilde pişirilen renkli fincanlarda mis  kokulu türk kahvesi eşliğinde yapılan hoş sohbet..

Gönül hoşluğu bu olsa gerek..Her daim birbirine destek, zevklerde, titizliklerde, keyifte buluşan bir çiftin yaşlılığı demeye dilim varmıyor olgunluğu..İnsan daha ne ister ki diye düşünüyor..O yaşta evlatlar evlendirilmiş, torunlar sarmış çevrelerini ama kendilerine ait özenli bir yaşamları var..Sadece kendileri yaşamıyor bu özeni ve güzelliği önce çocuklarına, torunlarına ışık oluyorlar, enerji veriyorlar..Sonra da çevrelerinde onlarla komşu, akraba olma lüksüne sahip olanlara bence..

Düşünürsem, bir saatte bile onların enerjileri bana geçtiyse, benim sesime bile yansıdıysa, günüme neşe kattıysa, bana yaşama sevinci eklediyse..Onlarla bir ömür geçirenlere ne mutlu..

Böyle olmak isterim ben de ileride..İnanın bu  insanlığa bir hizmet..Yaşam şartlarının zorlaştığı, dünyanın düzenin bozulduğu, ekonominin bu kadar dengesiz olduğu bu zaman diliminde bir insana dahi bu enerjiyi geçirmek, bir insanın ruhunu aydınlatmak ne büyük haz..

Etrafımıza baktığımızda bu tür insanlar çoğunlukta olsa eminim bir çok şey değişir..Bir çok olumsuzluk terk eder sahibini..Yerini huzura, belki neşeye bırakır..İyi ki onlar var, iyi ki onlar gibi mutlu insanlar var..Umut veriyorlar, geleceğe dair güzel bir umut beslemeye hasret olduğumuz bu günlerde, iyi ki yaşamımızdalar..
                                           

22 Mart 2011 Salı

ışığını söndürmek...

                                               
                                     
                                     
                        


Bir insanla ilk karşılaşma da ne önemlidir sizin için?..Kimi gözler der, kimi eller, kimi bakış, kimi duruş..Aslında hepsi de önemlidir ama bence en vazgeçilmezi, hepsini kapsayanıdır ışık..Her insanın kendine has bir ışığı vardır..Kiminin öyle bir parlaktır ki; gözlerinizi alır bakamazsınız, kiminin mum ışığı gibidir; sadece etrafını hafifçe aydınlatır..


Tepeden tırnağa süzülür..Giyimde tercihi mi, saç şekli mi, ayakkabılarının modeli mi, ellerini koyuş şekli mi, oturuşu mu, ses tonu mu, vurguları mı önemli? Tabi hepsi bir yargıya vardırır kişiyi..Şekilsel kararlardan vazgeçmek kolay değildir..İlk donelerdir onlar bizim için..Ya sonra?

Sonra herşey değişir..Fikirler, hayata bakış, hayatı algılayış ölçü birimi olur sizin için..Zaman ilerledikçe daha da derinleşir kıstaslar..Paylaşımlar arttıkça, olaylar yaşandıkça, sevinçler, çoşkular, hüzünler ve bunlar karşısındaki tavırlar belirler bir çok şeyi..

Başta bunları süzme yeteneğine sahip olmadığımız için önemlidir işte ışık..Fikir verir detaylara  dair bana..Güveni kendine ve insanlara, beden dili ne anlatıyor acabaa? Genelde yanılmadığımı düşünürüm ilk düşüncem hakkında..

Bir de kendini saklayanlar vardır..Korumaktır amaçları kendini..Onun süzgecinden geçerseniz size kendini tanıma fırsatı verir..Herkesin farklıdır işte ilk karşılaştığı kişiye bakışı, algısı..Ben o ışığı arıyorum karşımda, bulursam daha bir sıcak bakabiliyorum ona..


                 

21 Mart 2011 Pazartesi

arkadaşlarla..

Yine soğuk yine puslu yine hafif yağışlı bir hava..Bahar gelir gibi yapıyor, yüzünü gösteriyor, kaçıyor..Naz yapan sevgili misali.Adı üstünde sevgili; gelecek yani, ne kadar sevildiğini, beklendiğini test ediyor..


Yolu beklenen sevgilinin karşılanması da başka türlü olur ya..Biz de bahar gerçekten yüzünü gösterdiğinde, kemiklerimize, iliklerimize kadar ısındığımızda, yeşilin tonlarına hayran kaldığımızda, çiçek kokuları etrafımızı sardığında bir başka çoşacağız sanırım..

İstanbul'un iş merkezi Mecidiyeköy' de buluştum bugün arkadaşlarımla..Sayıları artık tarafımızdan bilinemeyecek kadar çok olan AVM' lerin birinde..Lise arkadaşlığı bir başka derim hep.. Üzerine daha ne arkadaşlar edinildi; üniversiteden, iş yerlerinden, aile çevrelerinden, çocukların arkadaşlarından..

Ama daha bir samimi, daha bir gerçekçi onlar..Düşünsenize kırk yaşındasınız ve onbeş yaşından beri sizi tanıyan hayatınızın en önemli evrelerine tanıklık etmişler..Dile kolay yirmibeş yıl..Neler paylaşılmamış ki; ilk aşklar, evlilikler, ayrılılıklar, doğan çocuklar, hastalıklar..Çocukların eğitim maceraları, onları yarınlara hazırlama turları..


Kimbilir daha neler paylaşılacak; bu kez  çocukların aşkları, onların anne baba oluşları, iş hayatları, inişleri, çıkışları..Her telden her dilden bir sohbetti, uzunca bir süre yakın olupta görüşemeyen arkadaşların buluşması..Ne kadar farklı da olsa kulvarlar, yaşamlar.. Duygular benzer, dilekler benzer.

Bir kere daha farkına vardım ki bizim buluşmalarımız terapi...Sanmayın dertler konuşuldu, masaya yatırıldı..Sadece birbirimizi görmemiz, birlikte yediğimiz yemek, kahkalarımıza  karışan kahve keyfimiz, herşeyi bir tarafa bırakıp anı yaşamamız, terapi..


Yıllarca görüşüp de bugün aramızda olamayanlar da vardı tabi..Onların  da katılacağı on gün sonraki buluşmayı da planlayıp ayrıldık..Üç saat gibi kısa bir süreydi ama çok keyifli ve güzeldi..Eskidikçe değerlenen özel parçalar gibi, bizimde arkadaşlığımız çoook değerli..Yıllara inat daha taze, daha yeni..

    

şans mı?

                                                


Bir genç vardı; ailenin öğretileriyle yoğrulmuş, toplumsal geleneklerle şekillenmiş, gerek akademik gerek sosyal yaşamına devam etmiş..Bu süre zarfında ise karşısına farklı farklı insanlar çıkmış..Hepsinden değişik kazanımlar edinmiş..Duygusal anlamda da kendine yakın gelenler olmuş..Ama kiminin huyu, kiminin suyu hiçbiri ile mutluluğu yakalayamamış..

İş hayatına başlamış, orda da çeşit çeşit insanlarla karşılaşmış..Egoları şişkin, aşırı hırslı, etkisiz, kıskanç..Hepsiyle kendi diliyle anlaşmaya çalışmış, anlamaya çalışmış..Yirmili yaşların ortasına geldiğinde dönüp arkasına bakmış, düşünmüş; şu an olduğu yere bakmış , şaşırmış...Böyle mi düşünmüştü başlarken? Burda mı hayal etmişti kendini ? Hayır..

Öyleyse neden böyle olmuştu acaba? Nerde yanlış yapmıştı ki? Donanımlı bir insandı. Kariyeri de iyiydi. Çalışmıştı da, zorluklarla mücadele etmiş, karşısına çıkan engelleri de aşmıştı..Ee  neden olmamıştı o zaman..Düşündü,  istediği yerde olmayış sebebini bulmaya çalıştı..Yanlış kişilerle mi yola devam etmişti ya da yanlış yerlerde mi bulunmuştu?


Kendi yaptıkları ile ilgili değil yoksa şans mıydı, şanssızlık mı ? Bazı şeyleri erken mi yaşamıştı yoksa geç mi kalmıştı bazı şeylere? Neden burdaydı? Neden memnun değildi olduğu yerden? Acaba olmak istediği yeri mi yanlış seçmişti?


Bu durumu değiştirebilir miydi? Onun elinde miydi ? Bilmiyordu..
Bilmek istediğinden de emin değildi..


Kırılmıştı şevki..
Yaptığı analiz onu olumlu etkilememişti..

Mutsuz değildi tamam, ama mutlu da değildi..Ve ne yapması gerektiğini de bilmiyordu..
Soruları vardı cevapsız..
Bazı cevaplar vardı elinde, kendine ait olmayan.

Güveni kırılmıştı kendine..İnsanlara zaten güvenemiyordu...
Güvenmişti baştan ama hayal kırıklıkları  yaşamıştı..

Bilmiyordu , bilmiyordu..
Bilmeden yaşamaya devam mı edecekti?
Nasıl gelirse öyle mi giderdi?

Her şey bir bilinmezdi..
Yön veremediğini düşündü hayatına..

Beklentilerini değiştirse kendi olmayacaktı..
Beklerse de istediği olmayacaktı..


Acaba herkes istediği yerde mi ? Anne ve babaların belirlediği yerlerdeler mi? Rol mu yapıyorlar, yoksa gerçekten memnunlar mı? Etrafıma bakıyorum, kimler nerelere gelmiş, nasıl gelmiş, kiminle gelmiş? Yola çıkarken yanında olanlar mı yanında hala, yoksa yolda yolcu indirip , başka yolcular mı almışlar yanlarına?


Sorularım maddi yolculuğa veya madden varılan yerlere değil..Bu yolculuktaki insanlara; belki dostlara ,belki arkadaşlara, belki aileye, belki öğretmenlere..

Kısaca vardığımız noktaya gelirken emeği geçenlere..

İyilere, kötülere...

               

20 Mart 2011 Pazar

Çınar Ağacı

                                                                              

Bir anneden daha iyi kimse bilemez çocuğu için neyin doğru neyin yanlış olduğunu..O hisseder, tahmin eder,  bilir, hep bilir..Tecrübeyle sabittir belki çoğu insanın hayatında..Sadece kabullenmek baştan zor gelir, kişi her şeyin en iyisini kendisinin bildiğini düşünür.. Düşünür de...

Bazen  annelerin altıncı hissi denir, hissi kalbel vuku denir eskilerde, şimdiyse öngörü diye adlandırılır ya..Kulak verilmesi gerektiği  bu sese, annenin iç sesine çok geç anlaşılır..Kimi zaman iş işten geçmiş bile olur.. 

İşte "Çınar Ağacı" bir annenin muziplikle birlikte, evlatlarına olan sevgisini, torunuyla arasındaki sevgi bağının oluşturduğu telepatiyi, hüzün ve tebessüm ile bir arada yansıtmış..Kimi zaman gözlerim dola dola, kimi yerinde yaşlarımı akıtarak, kimi yerde tebessümle izledim filmi..

Küçük bir çocuğun kalbinde oluşturulan sevginin gücünü, büyüklere ders niteliğindeki sadakatini, bir yaşlıyla bir çocuğun arasındaki benzerlikleri keyifle, hüzünle seyrettim..

Bizden bir film..Ailece gidilebilecek, her yaşın içinde kendine ait bir şeyler bulabileceği, pişmanlık yaşayabileceği, ders çıkarabileceği yada türk filmi tadında izleyebileceği bir film..Biz de altı kişi birlikte gittik..Çıktığımızda ellerde mendiller, kızarmış gözler, buruk  bir kalp ile sessizce asansöre bindik..


Herkes o sıra iç sesiyle ve vicdanıyla konuşuyordu sanırım, annelere yapılan yanlışların hesapları ödeniyordu belki muhasebede..Hani insan her şeyi bildiğini sanır ya , biliyordur da belki.. Ama bazen bazı değerler, bazı bilgiler tozlanır, üzerlerini başka telaşlar, başka  heyecanlar kaplar..Bu yüzden bence en iyi bildiği düşünülen şeyleri bile hatırlatmakta, üzerinden  geçmekte fayda var..

Bu film bence bu misyonu üstlenmiş..İyi ki de üstlenmiş..Filmi gören bir çok insanın; onların en değerlilerine, annelerine davranışlarını , bakışlarını bir elekten geçirmeye sebep olacaktır diye düşünüyorum..Öneriyorum unutulmuş değerler adına, dikkate alıp giden olursa, şimdiden iyi seyirler...

                                                         

19 Mart 2011 Cumartesi

sobe..

                                            
                                                      

Kuşlar cıvıldamıyor bugün evimde..Güneş parlamıyor gökyüzünde..Parçalı bulutlu hava, yüreğim gibi..Yağış da yok söylendiği gibi..Ilık ama insanın içini ısıtan bir hava değil, sadece üşütmüyor gibi..

Arada bulutların arasından sızan güneş aydınlatıyor evi..Tamam diyorum "şimdi düzelecek, en tepeye çıkacak güneş, kuşlar cıvıldamaya başlayacak, herkesin yüzüne bir gülümseme oturacak" diye çoşkuyla doluyorum..Hayır yine saklanıyor bulutların arkasına..


Oyun oynuyor benimle anladım..Tam sobe diyeceğim anda kayboluyor..Ama bugün oyun günümde değilim güneş...Lütfen çık olduğun yerden saklanma artık..Başka bir zaman oynarız söz..İstediğin kadar sayarım, istediğin uzaklığına saklanırsın sen de.. Hiç sobeleyemesem de seni, bilirim yine yerini...

Bugün ihtiyacım var sana..Sıcaklığına da değil sözüm ışığına da..İhtiyacım sadece varlığına..Hadi zamanıdır şimdi..Bekletme beni  ve yolunu gözleyenleri...

                                  
                                                  

16 Mart 2011 Çarşamba

dönüş..

                                                

Arabanın gaz pedalına dokunmak; sonsuz bir yolculuğa çıkmak gibi bir şeydi onun için..İstediği anda istediği yerde durabileceği bir yolculuk..İstediği hızla gitme şansı da vardı hem..İster tadına vara vara, rüzgarı hissederek saçlarında ve yüzünde ağır ağır seyretmek, isterse uçaklarla yarışır bir şekilde izini kaybettirmek..


Kendiyle baş başa kaldığı özel anlardı onun için bu yolculuklar..Sesini, kulaklarının içinde eritmekten zevk aldığı şarkıcıları dinleyerek seyretmek yolda..Şarkının içindeki; acıyı taaa iliklerinde hissetmek, ayrılığın hüznünü paylaşmak ya da aşkın derinliklerinde kaybolmak..


Gidilecek bir yer yoktu bu yolculuklarda, varılacak bir nokta değildi çıkış anındaki sebep..Sadece kendine yolculuktu, kendinle yolculuktu..Ne kadar iyi gelirdi,  kentin karmaşasının, gürültüsünün dışına sürmek aracını..Sanki her türlü düşünceden, çözümsüz problemlerden sürmek gibiydi kendini..

Sadece ve sadece müziğin büyüsüne kaptırıp hülyalar arası yolculuk bile denebilirdi adına..Belki de sessizliğe yolculuk, dinginliğe yolculuk..Yolculuk işte..

Gaza dokunduğunda istemediği düşüncelerden uzaklaşırdı sanki..Daha hızlı, daha hızlı dedikçe tozunu dumana katardı düşüncelerin..Şarkılar hareketlendikçe yavaşlardı seyri, ters orantı gibiydi yani..Duygusal parçalarda daha bir hızlı gitmek istemesi nedendi, kendi de bilmezdi..

Yine öyle günlerinden biriydi..Arabasına bindi, telefonunu sessize aldı.Böyle anlarda iletişimi tam manasıyla kesiyordu dünyadan. Kendinin de bilmediği bir hedefe doğru yola koyuldu..Son günlerde dinlemeyi  en sevdiği albümü koydu cd çalara..

Önce pek bir yavaş başladı yolculuk..Kentin trafiği malumdu tabi..Uzaklaşmaya başlayınca fabrikalardan, evlerden, mazot kokularından penceresini açtı..Dışarıdan gelen hafif esintiyle, ağaçlardan gelen oksijeni içine çeke çeke devam etti yola..

Kulakları artık rüzgar sesine dayanamadığında kapadı penceresini ve bıraktı kendini şarkının sözlerine..Ne iyi yaptığını düşündü..Her şeyden, herkesten uzak olmak bir arınma seansı gibi geliyordu..Gidiyordu, yaşamından gider gibi, her şeyi geride bırakır gibi, bir daha hiç  geri dönmeyecekmiş gibi..Bu his onu hem rahatlatıyor hem de....

İki saat boyunca sürdü arabasını..Kaç kez dinledi aynı parçaları bilmiyordu artık..Saate ilişti gözü, artık dönüşe geçse iyi olacaktı.. Bir süreliğine gitmişti yaşamından..Gitmişti ama biliyordu ki  ait olduğu bir yer vardı..Bırakıp gittiklerdi onu beklerdi..Evet evet dönmeliydi..Çünkü dertler de onundu, sorunlar da onundu belki de hiç çözemeyeceği problemler de..


Yaşama sebeplerine tutunmak için tekrar, daha bir hızlandı..Nefes aldığı sürece onlara sahip çıkacaktı..Varacak bir  hedefi olmayan  arabanın çaresizliği, aklını başına getirmişti ..Aslında gidecek yeri olmayan o an kendisiydi..İşte bu yüzden bir süreliğine geride bıraktığı herşeyin ne kadar anlamlı olduğunu farketti..Yaşamının rengiydi onlar..

Kimi zaman siyah, kim zaman mavi, kimi zaman beyaz..E onlara dönmek istemekte haklıydı tabi..Sonuçta renksiz bir yaşam düşünülemezdi..
Değil mi?

                                    

13 Mart 2011 Pazar

şahit..

                                                 




Perdelerin sıkı sıkıya kapandığı günler geride kalmıştı..Pencerenin önündeki siyah kadife koltuğuna oturmuş elinde bitki çayı, seyrediyordu dışardakileri..En sevdiği köşelerden biriydi evinde burası.Yatak odasına koyduğu günden beri o koltuğu; oturmadığı gün yoktu orda, çayından kahvesinden bir yudumu mutlaka orda alırdı..

Öyle büyük değildi evi; ama olsun, ne çok istemişti kendine ait bir evi olmasını..Bir odası olsun benim olsun demişti..Yıllarca çalışmış, gece gündüz demeden almıştı işte evini..Bir oda bir salon..Mutfak salonun içinde, amerikan dediklerindendi..Fakat sürgülü kapı yaptırmıştı o, isterse amerikan olabiliyor isterse salonla mutfağı bölmüş oluyordu..Dağınık olduğu zamanlarda mutfağı görmek onu yoruyordu..Çekiyordu kapıyı rahatlıyordu..

Kocaman bir masa almıştı, salonla mutfağın birleştiği noktaya koymuştu..Böylece masa, hem salon hem mutfak masası oluyordu..Dikdörtgen masaları çok severdi..Kalabalık kahvaltı sofraları hayal ederek almıştı eskisi gibi..Bir daha öyle kahvaltılar olmayacaktı belli..

Tüm ailesini bir kazada kaybetmişti..Hayatının en kötü günüydü..Annesi, babası ve ablası seyahatten dönüyorlardı..Hava koşulları kötüydü kulağı hep telefondaydı..Sanki içine doğmuştu..Hastaneye gittiğinde tüm sevdiklerini kaybettiğini öğrenmiş, sonrası onun için hatırlanmayan bir süreç olmuştu..Günler sonra kendine geldiğinde yanında teyzesi vardı..Hiç evlenmemişti teyzesi, akademik kariyere öncelik vermiş, dünyayı gezmiş, denemiş ama evlenememişti..

En çok sevdiğiydi pazar kahvaltıları oysa ki..Çeşit çeşit peynirin, zeytinin yer aldığı, mis kokan domateslerin, yeşilliklerin, anne yapımı böreklerin, çöreklerin vazgeçilmezi olduğu kahvaltı sofraları..Ve onların başına üşüşen ailesi, kocaman ailesi..Kelimelere anlam veren aslında insanlardı.."Kocaman" ne kadar da yavan bir kelimeydi şu an, sadece büyüklüğü çağrıştırıyordu o kadar..İçi bomboştu..


Teyzesi de olmasa hayatta bir başına kalmıştı..Yalnızlık ona uzak değildi aslında..Kalabalıklarda çok yalnız kalmışlığı vardı..Kimsenin kendisini anlamadığını, düşünmediğini sandığı beynindeki yalnızlıklarda, aslında ne kadar da şanslıydı..Oysa o zaman bunun farkında değildi..İyiyi anlamlı kılan kötüydü..Varlığı anlamlı kılan da yokluk..Fark etmek için kaybetmek mi gerekiyordu ki?

Şimdi hazırlanmalı bir an önce evden çımalıydı..Bugün telaşlı bir gün olacaktı..Daha kuaföre gidecek, kıyafetini terziden alacaktı..Özel bir gün, özel bir hazırlık gerektiriyordu tabi..Sonra hemen teyzesinin yanına gidecekti..Güzel bir gün olacaktı..Gülümsemeliydi yüzü aslında ama aklındaki belirsizlikler yine iş başındaydı.."Dur" dedi hepsine ruhunun belirsizliğini silercesine yüzünden, bir gülümseme yapıştırdı dudaklarına..Gizleyemeyecekti belki fırtınalarını ama o elinden geleni yaptığını düşünerek, rahatlayacaktı..

Şık ve sade bir ortamda on beş kişilik bir grubun katıldığı yemeğin sonrasında, nikah memurun sorusuna  duyulur duyulmaz bir sesle "evet" dedi..Yalnızlığının sona ermesiydi teyzesinin, şahit olarak söylediği bu evet.. Ya  kendisi...
Şimdi belki de daha bir yalnızdı..Eve dönerken teyzesinin ona attığı çiçeğe bakarken, kim bilir bir gün kendi yalnızlığının da bitebileceğini düşünüyordu..




                                                                                               
                                      
                                            

12 Mart 2011 Cumartesi

cıvıl cıvıl..

                                                           

Kuşlar sanki evimin içinde cıvıldıyor..Hadi uyanın diyor, doğa uyandı, güneş doğdu, ağaçlar yeşerdi..Çiçekler bile açtı siz hala uyuyorsunuz demek istiyor sanki..Ve ev halkını uyandırana kadar cıvıldamaları devam ediyor..

Uyumayın; hayatı kaçırıyorsunuz, herkes faaliyette diyorlar sanki.Uyarıları dikkate alarak kalkıyorum yatağımdan, elimi yüzümü yıkarken bakıyorum aynaya gerçekten çok uyumuşum diyorum..Balkona çıkıyorum doğruca, evet gün uyanmış diyorum..


Bir hareketlilik hakim dışarda..Ekmeğini, gazetesini alan bir yaşlı amca geliyor sokağın başından, pastaneden poğaça ve simitlerini almış güzelce bir kızcağız yürüyor yanında..Esnaflarda bir hareketlilik; vitrinini temizleyen, ürünlerini düzelten, herkes karınca misali çalışıyor sanki..Bu aydınlık günün bereketi için uğraşıyor olmalılar..

Lunaparktan bile gençlerin çığlık sesleri geliyor, ahh gençlik başka bir şeysin sen..Kim yataktan kalkar da gider lunaparkta gondola biner çığlık çığlığa, ölümüne eğlenir ki; ayakları henüz yere basmayan, hayaller dünyasında uçuşan gençten başka..


Geç kalmamalıyım ben de güne; hemen size bu şekilde merhaba dedikten sonra, uyandırmalıyım evdekileri..Güzelce bir kahvaltı hazırladıktan sonra, keyifle kahvaltımızı yapmalı, gazetelerimizi okumalıyız..Sonrasında herkes yapmasını gerekenler için çıkmalı dışarı..Bu güzel havada çıkıp canlanmalı..

Belki deniz kıyısına gitmeli, yürümeli uzun uzun sonra bir yerde oturup kahvesini yudumlamalı..Ya da orman tercih edilmeli yemyeşil; koşu olabilir, belki de piknik..Bir park olabilir sokak hayvanlarının meskeni olan yaz kış..Bilmem belki de evinizin etrafında bir yürüyüş bile aynı enerjiyi verebilir..Nerede olduğu değil, parlayan güne ve bahara selam durmak, aydınlanmak önemli...

 Evi severim elbette, kendimle kaldığım anları da, sevdiklerimle geçirdiğim keyifli ev saatlerini  de yabana atamam..Ama bugün o gün değil! Bu gün soğuk, insanın içini donduran o günlerden sonra bahara merhaba günü, yeni bir başlangıç..Olumsuz olan her şeyi geride bırakabileceğin kadar duru ve güzel bir gün..

O  zaman daha vakit kaybetmeden kalkmalıyım..Nefes almalıyım dışarda , aldırmalıyım da etrafımdakilere..Uyandırmalıyım sevdiklerimi kasvetten, soğuktan..Kim bilir belki sıkıntılardan uyandırmalıyım onları..

Öyleyse; okuyorsa bu satırları, henüz uyanmamışsa, geç kalmışsa güne, şu an itibariyle elini çabuk tutsun..Evde ya da ofiste ne varsa bıraksın, kendini ister yalnız, ister sevdikleriyle dışarı atsın..Güneşi yakalasın, bahara merhaba desin, gülümsesin güne..Gülümsesin hem kendinde hem de etrafındakilere..

                       

10 Mart 2011 Perşembe

boşverdim..

Boş verdim, akışına bıraktım her şeyi..Denizde akıntıya kapılıp giden bir cisim gibi , ne yöne gideceğimi bilmeden ve merak etmeden bıraktım kendimi hayaller alemine..İster her şeyin mükemmelin ötesinde olduğu bir yere gider, isterse kimsenin uğramak istemeyeceği kadar kötü bir yere...



Ne sandınız kendimi bıraktığımı mı? Yo hayır kendimi bırakmam tabi ki, hayatımın akışına elimden geldiğince yön vermeye çalışırım..Bana bahşedilmiş bu ömrü o kadar kolay harcayamam, harcamamalıyım..Hayallerimi özgür bırakmamın sebebi bakalım ne çılgınlıklar yapacak? Hangi mevzilerde dolanacak?Belki bana bir ufuk açacak, ya da beni hangi girdabın içinde savuracak?..

Neden mi bıraktım hayallerimi başıboş? Neden mi boş verdim? Hayatımda tam manasıyla bana ait başka bir şey olmadığı için mi?..Kimseye hesap vermeden , kim ne der diye düşünmeden, sonuçları için hiçbir fatura ödemeyeceğim için olabilir belki..Yaşamda hiç bir şey basit değil, söylediğin her sözün , yaptığın her eylemin bir geri dönüşü var..Eğer yapıyorsan sonuçlarına katlanacaksın..

Kim bilir belki  bıkkınlık bu yolculuğa çıkardı beni..Düşünerek konuş, sabaha kadar bekle öyle karar ver, her yerde her şey söylenmez , empati kur, herkesi anla, anlayış göster..Önce yutkun sonra söyle..Gerekirse bir kez daha yutkun , yada sus boş ver söyleme...

Sabır taşın çatlasın, her türlü hoşgör, sevimli ol, uzaklaştırma kendinden, cici kız ol ya da iyi adam desinler ve türevleri..Yani hep başkaları;  e hani ben, benim hislerim, sinir sitemim hani, ben de insanım değil mi? Yeter dedim ve bıraktım kendimi hayaller alemine..Karışan yok , görüşen yok orda...Rejisör de benim yönetmen de..İster başrol oynarım ister yan rol..

Kim bilir; belki hayallerimi bile özgür bırakmak hoşuma gitmez..Alışmışım ne de olsa kontrol mekanizmasına..Öyle bir başkası gelmesin aklınıza, kendi teftişim kadar ağır olmaz hiçbir müfettişin denetimi..Bakalım; eğer hayallerimi azat edebilirsem gerçeklerim de özgür kalır belki..

 Denemeden bilemem ama değil mi?

9 Mart 2011 Çarşamba

kader..

"Aşamayacağın hiç bir şey olamaz...Bunu da unutma bir kenara yaz..O ne dedi bu ne dedi diyene kadar, kaderini yaşa yada yenisini yaz"..Sorgulama günüm değil bugün..O yüzden geçmiş sayfaları karıştırmayacağım..Bu sözleri gelecek için değerlendirmeyi düşünüyorum..

Kimi zaman tek bir kelime, kimi zaman bir olay yada bir hayal düşüncelerimi kalıcılaştıryor burda..Şimdi ise bu şarkının sözleri içimdeki seslerin dışarıya çıkmasına sebep oldu..Bilge kişilerin sözleri ne kadar yaşanmışlığın ve tecrübenin eseri olup etkiliyorsa beni, bir şarkını sözleri de zaman zaman aynı etkiyi yapabiliyor örnekte görüldüğü gibi..

Karşılaşma ihtimalim olan, beni zorlayan olaylar için, bir kenara not almış olmak adına yazıyorum zihnimdeki sesleri..İsterse insan herşeyi aşabilir, tabi ki zorluklar aşılırken yaralanmalar, küçük sıyrıklar olabilir ki onlarda verilen mücadelenin göstergesidir..Onlara üzülmek yerine belge niteliğinde saklamak aslında daha iyi gelir insana..

Bir de hayatımıza engel olan, ne dediklerini çok umursadığımız insanlar topluluğu var..Herşey yolundayken pek takmadığımız kişiler bir şeyler ters gidince, söylemleri nedense pek bir değer kazanır..Bu kesinlikle bize öğretilmiş bir saçmalık..Çünkü insan aklı ve vicdanına cevap verebiliyorsa diğer sesleri kayda almamalı..Onlar tam anlamıyla çatlak sestir çünkü..

Kader; elimizde olmadığını düşündüğümüz ama aslında istersek şekillendirebildiğimiz yazı..Tamam doğduğumuz coğrafi bölge, içinde bulunduğumuz aile, dayatmalarla dolu sosyal çevre bizim seçimimiz değil elbet..Ama yetişkin (kendine yeten insan) olduktan sonra insan kaderini yeniden yazabilir..Çok iddialı oldu kabul ediyorum, yani üzerinde oynamalar yapabilir..

Sonuçta kendi hayatını güzelleştirmek adına verdiği çaba ve o çabanın sonucunda elde ettikleriyle anlamlandırır yaşamını..Oturup elleri kolları bağlı beklememenin huzurunu yaşar..Varılan noktayı o kadar değerli kılan aslında onun için verilen emektir..

Hani hep denir ya zor olan değerlidir..İşte o değerin açılımı kesinlikle ona ulaşmak için verilen uğraştır.Sözün özü ben de karar verdim çatlak seslere aldırmadan, elimden geldiğince beğenmediğim yerlerde yenisini yazarak yaşamaya kaderimin..

Fincanım elimde sıcacık çayımı içerken sanki yere düşmek için birbiriyle yarış eden, bir o kadar da özgür kar tanelerini izlerken umut ve mutluluk barındıran cümleler kurmak kadar güzel bir şey yok..Kışın son  günleri çok soğuk ama yüreğimiz hep sıcak olsun...

8 Mart 2011 Salı

çıkmaz

                                                            

Beynimde doğrularla yanlışlar sürekli kavga halinde..Bir yanım herşey rahat olsun, sıkmaya gerek yok derken bir yandan da yoooo yok böyle rahat bir hayat, bazı şeyler ayarında olmalı, dozunda olmalı diye karşı çıkıyor..

Hayat çelişkiden mi ibaret? Ya doğru ya yanlış mı olmalı sadece? Ortası yok mu bunun acaba diye kapatıyorum gözlerimi gündüze..Dalıyorum düşüncelerimin derinliğine..Ailemin doğruları, toplumun doğruları, çocuklarımın doğruları, arkadaşlarımın doğruları , benim doğrularım....


En farklı gelense kendi yanlışlarım..Doğrularda buluşma şansı belki  var ama ya yanlışlarda..Benim yanlışım bana yanlış kardeşim sesini çıkarma..Sana dokunmuyorsa ucu , seni acıtmıyorsa görme geç, istersen de bakarak geç ama geeeeç..

Böyle olmaz genelde, herkes bilir kişi kesilir başına; aslında kendini bile bilmezken bir anda profesör sanar kendini..Bir şey söylersen de yine sen suçlu olursun eleştiriye açık değilsin diye..Yok öyle, eleştiriye açığım ama acımasızlığa değil , yargısız infaza hiç değil..

Kendince bir açıklaması vardır elbet yapılan eylemin, söylenen sözün yada bakışın..İnfazı kesmeden dinleyebilse bi, hemen yapıştırmasa yaftayı belki ikna olacak ama ne mümkün..Beyinlere kazınmış dayatmalar..

Gitmek istersin ama gidemezsin bağlar seni hayat verdikleriyle..Kalmak istersin ama kalamazsın yine bağlısındır hayata senden aldıklarıyla..Ne yaman çelişkidir bu hayat her türlü çıkmazlarıyla..Çıkmaz sokakta yaşıyorum bilirim; herşey bir nefes kadar yakındır sana ; duyarsın, görürsün, hissedersin ama gidemezsin..


  Gitmek için bin nefes tüketmen gerekir, bir nefeslik yere..Gidebilirsen değdimi gittiğine, ona da karar veremezsin ama hep bir gitmek istersin..Kısıtlanmışlık hissiyle belki , belki de adının etkisiyle..Umut edersin orda yanlışlar ve doğrular yerli yerinde diye , belki de yanlış doğru diye birşey yok sanarsın..Ondan o kadar cazip gelir gitmeler..

 Ne çok gelgit yaşadım kendimde..
 Geldim, kayıtısız şartsız geldim..
 Farkındayım ki hiç gitmedim...Galiba ben gitmeyi bilmedim...



                                           *********************

7 Mart 2011 Pazartesi

özlem

                                                  

Uçsuz bucaksız, kimi zaman usul usul akan, kimi zamansa dalgalarla çığlıklar atan mavi su..Ne zaman yanına gelsem hep beni alır götürüsün bir yerlere..Hayal dünyasına daldırırsın beni..Geçmişi özletir, geleceği bekletir, ıslatırsın göz pınarlarımı delice..


Bankın üzerinde otururken yılların nasıl da geçtiğini düşünüyordu, koskoca altmış yıl..Geriye dönüp baktığında altı yıl gibi geliyordu..Memur bir ailede sıkıntılarla geçen çocukluk, ardından gelen okul hayatı , vasat bir üniversite hayatından sonra görücü usulü evlendiği ama aşık olduğu adamla geçen otuz yıl..


Ve çocukları tabi, o yılların hediyesi..Gülümsedi çocuklarını düşününce; yaşama sebepleriydi onlar, her daim hayata tutunma bağlarıydı..Nice hastalıklar geçirmiş, ölümü ensesinde hissetmiş ama "daha gidemem çocuklarımın bana ihtiyacı var" , diye dur demişti Azrail'e..


Onların çocukluk dönemleri her günü renkli olaylarla, kavga-gürültü geçmiş olsa da ne kadar özlüyordu..Okuldan eve geldiklerinde  keyifle oturacakları sofralar hazırlamış, portakal suları sıkmış, kekler , kurabiyeler yapmıştı..Ne kadar da severlerdi üzümlü kekini, "anne kimse senden daha güzel yapamaz" derlerdi..


Ah ahhh o günler ne kadar sıcak , birbirlerine kenetlendikleri günlerdi...İçi titredi bir an, duygulandı..Gözlerinden damlalar şeklinde inen yaşları elinin tersiyle sildi..Ağlamamalıyım diye düşündü..Geçmişe özlemdi sadece onun ki..
 
Şimdiyse en küçük kelebeği bile yirmi dört yaşındaydı..Hepsi evlenmiş kendilerine düzenlerini kurmuş, hayatın hızlı temposunda yaşıyorlardı..O kadar yoğunlardı ki yakın olmalarına rağmen on günden önce gelemiyorlardı..Torunların yuvası, okulu, balesi, sporu derken vakit bulamıyorlardı..

Haklılardı kendi de o günlerdeyken sadece onlarla meşguldü..Ama annelik başka bir şeydi, yaşama tutunma sebepleriydi ya onlar , her daim yaşama sebepleri..Onları göremediğinde sanki elini gevşetiyordu biraz.


Beş yıl önceydi..Bir yaz günü kaybetmişti yol arkadaşını, o günden beri hep bir boşluktaydı..Çevresindeki kalabalıklar bile yalnızlık hissini almıyordu..O yüzdendi çocuklarına olan hassasiyeti belki..

Onlarla büyümüştü kendi de...Tamam anneydi ama neyin ne olduğu onlarla birlikte anlamıştı..Aslında daha anlamadığı çok şey olduğunu düşünüyordu..Ne kadar ömrü kalmıştı acaba, torunlarının mezuniyetlerini , mutlu günlerini görebilecek miydi? Yol arkadaşı kim bilir yolunu gözlüyordu, onun yanına mı gidecekti yoksa?

Söz vermişlerdi birbirlerine, hiç ayrılmayacaklardı..Hayatı birlikte taşımışlardı, kimse oyunbozanlık yapmayacaktı, yarı yolda bırakıp gitmeyecekti..Ama sözünü tutmamıştı o, bırakıp gitmişti usulca..Hayalleriyle baş başa bırakmıştı..


"Ağlama" derdi , "senin gözlerin gülmek için yaratılmış ağlama" derdi..Yaşları damla damla aktığında yanağına.. Eliyle siler söz alırdı ağlamaması için ondan..

Kalktı banktan yavaş yavaş yürümeye başladı her zaman yaptığı gibi..Düşüncelerini eliyle itti arkaya doğru, derin derin nefes aldı..Yosun kokusunu çekti iyice içine içine, son bir kez daha dönüp baktı mavi derinliklere ve söz verdi kendine.. Bir daha ağlamayacaktı, sözü vardı..
  
              

6 Mart 2011 Pazar

son bir şans..



 

Keşkeyle başlayan cümleler...          

Pişmanlıkla geçen yıllar..                   

Şimdiki aklım olsaydı diyenler.. 
                                                                                                                                            
Okurun çok az olduğu günler olduğunu bilmeme rağmen bugün içimden bu geldi...
Acaba hepimize son bir şans verilse, geçmişte aldığımız kararlardan hangisini değiştiririz diye..

Tabi ki önceliğim kendime, kimbilir ben neleri değiştirir, kimleri çıkartırdım diye..Fakat öyle uzun boylu değil bu şans sadece tek bir şeye...Ben buldum kendi cevabımı üzülerek de olsa..Şimdi keşke diyorum aaah keşke....

Sizden bunu kendinize sormanızı istiyorum izninizle.. Cevabı  benimle paylaşmanızı istemiyorum tabi..Kendiniz bilin ve eğer değiştirebilseydiniz şu an hayatınızda ne gibi farklılıklar olabileceğini hayal edin..

Ben mi ben hayallerimde yolculuk yapıyorum şimdi..

Kimbilir belki de karşılaşırız bir yerlerde..

         

Şimdi Destek Zamanı...


Haydi bakalım arkadaşlar !
Konuyla ilgili duyarlılığımızı daha fazla gösterelim mi?
Hakkını aradığını söyleyenlerin haksızlığına maruz kalanlar olarak pamuk eller bu kez daha kalıcı çözümler getirebilmek amacıyla açılan imza kampanyasına destek için tuşlara...

 

5 Mart 2011 Cumartesi

değerli kalmak..


Kutlamaları çok seven bir insanım..Hediye almak, vermek, sevdiğini belli etmek, keyifli saatler geçirmek için her türlü kutlamaya açık biriyim..Manalı, manasız değil tabi, anlamına inandıklarım ve gerçekten mantığımın kabul ettiği bir amacı olan...

Dünya kadınlar günü önümüzdeki haftanın anlamlandırılmış bir  günü..Hiç itirazım yok bugünü kutlamaya..Arkadaşlarla, aileyle ya da ter türlü basında sayısız mesajlarla..Ama yerini bulmayan bir gün gibi..Hani öyle beylik laflar etmeyeceğim bir gün yetmez annelere, kadınlara şeklinde..


Kadına değer veren, onu eller üstünde tutan, herşeyden sakınan bir zihniyette büyümek ve sonrasında hep benzer çevrelerde bulunmanın ayrıcalığını yaşayan kadınlardanım..Ve bunun için çok şanslı olduğumun farkındayım..İki kızım var onlar da aynı ortamda yetişiyorlar, büyük ailede de, çekirdek ailede de gördükleri değerin, toplumda ve ileride kendi kuracakları ailede de kalıcı olacağına dair kuşkularım var..


Gelenin gideni arattığı bir toplumda, değerlerin de geleni gideni aratıyor..Sahip olduğumuz gelenek ve göreneklerin yada dini değerlerin gitmesi ve yerine  bizim insanımızın ruhuyla uyuşmayan, kabullenmeye can attığımız kime ait olduğu belli olmayan değerler sardı dört bir yanımızı..Hatta değersizlikler desem daha doğru olur..


Değer dediğimiz şeyler artık çok maddesel..Pahalı şeyler değerli , maddi bir değeri yoksa hatta değer kelimesi bile ölçü olarak kullanılmıyor..Nostalji de yapmak istemiyorum, eskiden şöyleydi, böyleydi diye..


Ama ayrıcalıklı hissettiğim konuyu kızlarım da dahil  olmak üzere her kadının yaşamasını istiyorum..Bu demek değil pamuklar içerisinde, prensesler gibi büyüyüp elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak..Tabi ki herkes üstüne düşeni yapacak..Ama kadın fiziken de ruhen de daha hassas..


Pamuklara sarılacak olan, onun ruhu..Sakınılacak, korunulacak ki sağlıklı ruhlar getirebilsin dünyaya..Dünyayı değiştirmeye çalışmak değil derdim olsa da değiştiremeyeceğimi biliyorum zaten..Sadece birileri sesini duyursun, sesimi duysun yada kadının ruhunun toplumun ruhuna gösterge olacağını farketsin.. 


Sözüm erkeklere değil sadece, başta kendi değeri unutturulmuş, ayaklar altında harcayan ve harcatan kadınlara..Kişi değerini kendi belirler elbette..Bize dayatılan fiziksel obje modundan çıkıp, kainatın en özel varlığı olduğunun farkına varıp ona göre davransa belki bişeyler değişir..


Dünyanın her yerinde detaylarını duyduğumuz ama hayal bile edemediğimiz yaşamlar var..Acılar çekenler, açlık çekenler, şiddet görenler ve özgürlükleri ellerinden alınmış olanlar...Ama bence en kötüsü kendilerini bunlara layık gören, kendi değerinin farkında olmadan, kendine dayatılan değere razı gelerek yaşayanlar yada  yaşamışlar..

Bedenin hapiste olmasından beter bir şey bu, ruhu hapsedilmiş olmak..


Ruhların özgür kaldığı nice Dünya Kadınlar Gününe..

                        
                                                         

3 Mart 2011 Perşembe

pişman mısın?

Pişman değilim ben sevdiğim için..Kendi isteğimle burdayım, kimse zorlamadı beni ..Gelmek istediğim için geldim, görmek istediğim için baktım...Kokusunu almak istediğim  için derin derin  çektim içime..


Kimse zorlamadı beni sev diye..Kalbim kimsenin etkisiyle çarpmadı deli gibi..Saatlerce içimden geldiği için izledim onu..Sesini çok sevdiğim için yıllarca dinledim ben..

Kavgası bile güzel geldiği için en karışık günlerde gitmedim..Bağırırken bile gülümsediği için bana vazgeçemedim ondan..En öfkeli günlerinde, düşen yıldırımlarda, çakan şimşeklerde bile korkmadım beni sevmediğinden..

Bana verdikleri için sevmedim ben onu..İş, aş yada para değil beni ona bağlayan..Olmasa da hiçbiri severdim yine onu ben..Ne baharda açan çiçekler, ne kışın yağan karlar, ne sonbaharda düşen yapraklar...Yaz geldiğinde içimi ısıtan güneş olmasa da severdim ben..

Sevmek için varım demek ki ben..Yaşamı sevmek, yaşayanları sevmek, yaşatanı sevmek..Yaradanı sevmek..Pişman değilim herşeye rağmen sevdiğime..Biliyorum sadece sevgi ayakta tutuyor canlıları..Su çiçeği sevmediğinde bile çiçek solarken insan insanı sevmezse, insan kendini sevmezse, nasıl devam eder ki yaşam?

Bir bebek gibi; yaşamak ta, gereksinimleri yerine getirildiğinde devam eder..Ama ya ihtiyaçlar; onlar olmazsa bebek eksik kalır, yaşamın eksik kaldığı gibi..Sürer gider ama cansız, ruhsuz, renksiz..Her türlü vardır, ne gerekiyorsa yapıyordur, arandığında bulunuyordur..

Bir tek kendi aradığında yoktur insan..Kendini aradığında, kendine ihtiyacı olduğunda..Herkese ilk yardım gibi yetişirken , kendi çağırdığında duymaz sesini belki de duymak istemez..Çünkü kendine yoktur hayrı..En önemli gıdayı eksik bırakmıştır kendinden..Cılız bir  ses ne kadar duyulur ki cılız bir yürek yardım etsin kendine..

Pişman değilim herşeye rağmen sevdim yaşamımı ben..Pişman değilim her türlü zorluğuyla sevdim yaşamayı ben..Pişman değilim severek yaşamayı seçtiğim için ben..
                                              

kaşif..

Bir başka basıyorum tuşlara şu an daha bir hızlı, daha bir çoşkulu..Evet aslında hep bir sevinç içerisinde yazıyordum; anlatmak, anlaşılmak ve anlamak adına, ama bu bambaşka..Çok kısa bir süre de olsa alıştım burda olmaya , sadece kalbimden, aklımdan geçenleri paylaşmak değil burdaki; burda var olan herkesin aldığı nefesi, heyecanı duymak , onların duygu ve kelime dünyalarına da yolculuk yapmaktı benin anladığım..


Bundan yoksun kalma fikri çok rahatsız edici oldu tabi ki benim için..Daha yeni açtığım pencereyi kapamak gibi..Nefes almak, ferahlamak, dışarı bakmak için açtığım pencereyi bunların hiçbirini yapamadan kapamak gibi..Oysa daha izleyeceğim çok şey vardı bu dünyada..Sadece yeni ülkeleri keşfetmek değil, burdaki arkadaşların yüreklerini keşfetmek de kaşiflikti bence.

Eksik kalmak kelimenin tam anlamıyla bu olsa gerekti..Üç gündür buydu benim yaşadığım , sizleri okuyamadığım, hislerimi yazamadığım için eksik kaldım..Ne kadar da önemliymiş insan hayatında bütünlük..


Neyle bütün hissetttiğin önemli değilmiş, rahatsız eden yarım kalma, eksik kalma fikriymiş..Ben  şimdi sizlerle bütünüm..Okuyabildiklerimle, beni okuma lütfunda bulunanlarla..


İyi ki bu bütünleşme duygusunu tatmışım diyorum..Eksikliğini hissetme şansım da oldu..İki ay önce yaşansaydı bu durum ki daha önce de yaşanmış..Ben sadece bir haber olarak okuyacaktım, daha önceden okumuş olup içinde olamadığım diğer haberler gibi..

Oysa şimdi okuduğum bu haberin bizzat içindeyim..Ve burdaki sosyal, kültürel  ve bireysel zenginliğin içinde olmaktan son derece mutluyum..Bu zenginliğin artarak devam etmesi ve karşısına çıkan tüm engelleri aşmasını diliyorum..

Keşfettiğim ülkelere, keşfedeceklerime şimdiden çok teşekkür ederim varlıkları için..
Bugün bir başka mutluyum, bu yazıyı yazabildiğim ve okunabildiği için..
Blog dünyasına SEVGİLER....