31 Ocak 2011 Pazartesi

yorumsuz..

Çok kar dedim bu kış..Ama artık ben susuyorum telefonla rasgele çekmiş olduğum resimler konuşsun diyorum..













Kartepe ....

25 Ocak 2011 Salı

geldi mi?

Çok güzel bir buluşmaydı..Dualar etmişti gelsin diye..Evet gelebilirdi, genelde o zaman dilimlerinde geliyordu..Ama bazı yıllarda gelmediği de oluyordu..Gittiğinde sadece izleri vardı önceki gelişlerinin..Kalıntıları bile güzeldi..Ama aslı hiçbir şeye benzemezdi…Yarın gelecek, gelecek diye diye kapattı gözlerini gece, uykuya dalmadan önce…
Sabah olduğunda, içinden bir ses kesin gelmiştir dedi..Tüm yüreğiyle istemişti gelmesini..Hemen kalktı yataktan, terliklerini ayağına giydi, yavaş adımlarla sendeleye sendeleye pencereye yaklaştı..Perdeyi araladı, evet gelmişti…Çooook mutlu oldu, çağrısını duymuş, gelmişti işte..Pencerenin kenarı sanki pamukla kaplanmıştı..Göz gözü görmüyordu..Sis miydi, yoksa pus mu emin olamamıştı..Hemen üzerini giyindi..Üç katı nefes almadan indi..Otelin kapısını açtı..Gördüğü manzara onu bir çocuk kadar mutlu etmişti..Arabaların üzeri, ağaçların dalları bembeyaz olmuştu..Hemen dışarı çıktı , siyah hırkasının üzeri minik beyaz zerreciklerle kaplanmıştı..Havayı soludu ta derinlere çekerek,  tüm hücrelerine değdi sanki kar taneleri..

Gün boyunca aralıklarla yağdı..Onu yalnız bırakmadı..Artık biliyordu, çok isterse geliyordu..İstemeye devam etmek üzere ayrıldı  oradan..Eve döndüğünde bir sürpriz bekliyordu onu..İki gün sonra yine ona gidecekti..Yine buluşacaktı, demek ki sihirli kelime çok istemekti..Biliyordu, o istemeye devam edecekti..

ortak payda..

Matematikte vardır  pay, payda olayı.Rasyonel sayılar denir onlara...Payı büyük, paydası küçük yada tam tersi..Bazılarınınsa paydaları aynı, payları farklıdır hani..Paydaları eşit olanlar toplanır, eşit olmayanlarda payda eşitlenir..Paydası eşit oldu mu ne kolaydır onları toplamak.Eşit değilse bile toplanmaları mümkündür ama...
İnsanların da paydaları eşit olunca çok kolay olur onları bir araya getirmek, hiç çaba bile sarf etmeye gerek yoktur..Kendiliğinden toplanırlar bir araya..Hayata bakışları, dünyayı algılayışları, sevdikleri, nefret ettikleri, korktukları, hayalleri , umutları, belki de zevkleri..Bunlar ortaksa mesela hemen toplanabilirler aynı çatı altında..Konuşurken daha bir keyif alırlar, sevinirlerse daha bir coşku duyarlar, hüzünlenirlerse daha derin hissederler, ortak paydada buluşan insanlar..
Paydaları eşit olmayanlar da buluşabilirler, ama sadece ortak zevkler olmamalı onları buluşturanlar, nasıl payda eşitleniyorsa matematikte, onlarda eşitlenebilirler birbiriyle..Neden böyle bir girizgah yaptım bilmiyorum.. Belki de saçma geldi size söylediklerim..Ama böyle hissettim, benzettim bizi kesirlere..
Biz on kişilik bir grup, seksen kişinin de içinde olduğu bir kalabalıkla seyahat ettik..Hepimiz farklıydık, beklentilerimiz de yaşa, hayata bakışa, zevke, hobiye , fobiye göre değişiklikler gösterebilirdi..Öyle olmadı ama..Yola çıkış anından itibaren büyükler küçük oldu yerine göre , küçükler büyük..Kolay değil seyahatte ortak paydalarda buluşmak..Derler ya "birini tanımak istersen ya alışveriş yap, ya da yola çık"..İşte biz çıktık yola o grupla nefes ala ala, dura dura..Yolları devirdik, dağları aştık..On beş saat yolculuk yaptık..Ama anlaştık, keyif aldık..Aynı masayı paylaştık hepsiyle, kimisiyle de aynı odayı..Birlikte olmayı bildik , birbirimizi kısıtlamadan, bir olmayı bildik..

Yola çıkarken ne yaşayacağımızı bilmiyorduk..Tamam amaç aynıydı; ortamdan uzaklaşmak, karla buluşmak, zirvelerde soluk almak, kayak yapmak ...Sanırım herkes amacına ulaştı, çok güzel bir hafta sonu oldu..Herkes kendi tatil arşivine ekledi yaşadıklarını da, duygularını da..Ben de unutulmazlar arşivime ekledim Ilgaz'ı..Küçüğünden büyüğüne her anı için  çok teşekkür ediyorum hepsine..Ve diliyorum yeniden buluşmayı başka yerlerde..

21 Ocak 2011 Cuma

vakti geldi..


Kar görmenin, kar kokusu almanın, bembeyaz pamuk gibi olan karların üzerine basmanın, kara dokunmanın, onun temizliğinde arınmanın, onun yumuşaklığında gevşemenin, onun güzelliğinde kaybolmanın, onun gölgesinde kendini arayıp bulmanın, kayak yapanların adrenalininde heyecanlanmanın, içilen saleplerde ısınmanın, şömine ateşi ile kızarmanın, karlı bembeyaz bir sabaha uyanmanın, teleferikle zirvelere çıkmanın, karla kaplı ağaçların tepelerine dokunacak kadar yaklaşmanın, dostlarla, cici kızlarla, aileyle yeni bir maceraya yelken açmanın, kısaca harika bir hafta sonuna merhaba demenin vakti geldi..

Bavullar hazırlanmalı; atkılar, şapkalar, eldivenler, kar pantolonları ve gözlükler bavulda yerlerini almalı, her şey tekrar tekrar kontrol edilmeli..Dönüşte sanki bir hafta sonu tatili değil, bir aylık  tatilmiş gibi dağınıklığı olsa da fazla fazla herşeyi almalı..

Eğlenceli bir otobüs yolculuğuna; gezmeye, gülmeye, görmeye, dört ayın stresini atmaya, derdi, kederi, tasayı Ilgaz 'da bırakmaya saatler kaldı..Öyleyse haydi hep beraber yollara, dağlara, karlara...

                                     

camdan kalp..

Ne olduğu anlaşılmadan geçen ilk on beş yıl demiştim bir önceki yazımda..Haksızlık ettiğimi düşündüm o yıllara ve geçtim bilgisayarın başına..Sonraki on beş yılların nasıl geçebileceğini belirleyen  bir on beş yıldı oysa..Evet kesinlikle haksızlık ettim..

Düzeltiyorum şimdi..Gözümüzü açtığımızda bu dünyaya her şeyden habersiz, kimi yokluğun içine doğar, kimi bir savaşın, kimi bir sarayın ya da konağın, kimiyse bir cami avlusunun önüne..Benzemez kimseninki birbirine..Benzeyen bir şey vardır ki, hepsi habersizdir yaşayacaklarından..Geçen yaşlarla birlikte anlarlar kimliklerini, statülerini..Hiç bir çocuk istemez; ağlamak, acı çekmek, şiddet görmek..Hak etmez de o minicik bedenler ve yürekler...Kırılgandır onlar, ürkek, çekingen..

Bu yıllarda  atılır tohumları kişiliğinin..Evin içinde huzur varsa öğrenir huzurlu olmayı, sevgi varsa  çocuğa , eşe, kardeşe, sevmeyi öğrenir..Merhamet varsa  kuşa, çiçeğe, böceğe, kıymet vermeyi öğrenir..Bu yıllarda şekillenir her şey, o yüzden hep bir "çocukluğuna inelim" söylemi vardır.O yüzden yirmisinde de ellisinde de hep bugünlere dönülür, nerde ne olmuştu sorgulanır, o gün yaşananların sebepleri hep ilk yıllarda aranır..Ya "annemden böyle gördüm" denir, ya da "babam eve gece çok geç gelirdi", "annem hep yalnızdı", "abim alkol alırdı", örnekler sayısı belirlenmeyecek şekilde çoğalabilir..Cevapların tek adresi ise ilk on beş yıl..

İyi ki mutlu bir çocukluk geçirmişim, iyi ki evin en küçük çocuğu olmuşum, iyi ki beni hem çok seven, hem de koruyan iki abim, bir de her başım sıkıştığında beni bıkmadan usanmadan dinleyen, uykum geldiğinde  bile başımı omuzuna yasladığım bir ablam varmış..Annemin şefkatini, babamın tüm heybetiyle arkamızda duruşunun etkisini ise hala yaşıyorum..

Ben çocukluğuma indiğimde sevgi ve güven buluyorum, işte bu yüzden seviyorum, güveniyorum, önemsiyorum..Benim çocuklarım  da dahil tüm çocuklara önemsendikleri, güvendikleri, sevdikleri ve sevildikleri bir hayat diliyorum..Çok klişe bir cümle vardır "bugünün çocukları yarının büyükleri"..
İşte bugünün çocuklarına, camdan bir kalp taşıdıkları düşünülerek davranılırsa, yarının sorunsuz , çocukluğuna inilmeyen büyükleri elde edilir..

20 Ocak 2011 Perşembe

başa gelen..


Kendimi seviyorum dedi aynaya bakarak..Evet kendini seviyordu, güzel bir yüreği vardı, sevmeyi öğrenmişti, çünkü sevilmişti , affetmeyi  de öğrenmişti, hataların içinde ..Gülümsemeyi biliyordu hayata, çünkü kahkahalarla gülmeyi öğrenmişti..Hayatla dalga geçmeyi de biliyordu, kalıcı olmadığını öğrenmişti..

Otoritenin , saygının yer aldığı, sevgi ve şefkat dolu ama şımartılmayan, bolluğun olduğu ama israf edilmediği, miktarı az olan şeylerin bölüşüldüğü, dertlerin paylaşılarak azaltılıp, mutlulukların birlikte coşkuyla yaşandığı bir  ortamda büyümenin verdiği huzurla seyrediyordu dünyayı..

Kurallar hayatın bir parçasıydı..Hoşgörülü olmaya engel olmazdı ama kurallar..Tamam düzen için gerekliydi onlar..Bazen de esnetilebilirdi..

Kendini sevince insan herkesi her şeyi sevebilirdi..Sevince; hayat daha katlanılır, sorunlar daha bir çekilesi gelirdi.Kendini sevince hayatı da sevebililirdi, tüm zorluklarıyla, tüm dayanılmazlıklarıyla..İnsan gibi muhteşem bir varlığın baş edemeyeceği bir şey olmamalıydı..Tamam üzülebilirdi, korkabilirdi, şaşırabilirdi bildiği bir şey vardı ki insanoğlu baş edebilirdi...

"Allah dağına göre kar verir", "başa gelen çekilir" bu sözler de yadsınamaz..Kim başına geleni çekmemiş ki..Kim günlerce ağlamamış, dertlenmemiş, söylenmemiş, belki de isyan etmemiş ki...Sonunda ise ya zamana bırakılmış, ya da müdahale edilip seyri düzelmiş...

Bir kere dünyaya geliyor insan, ortalama altmış yıl ömür, ilk on beş yıl zaten ne olduğu anlaşılamadan geçiyor..On beş yirmi beş arası zirve yıllar , her şey bir kolay, bir güzel geliyor..Kalıyor geriye  kırk yıl..O da belki bir yastıkta kırk yıl diye düşünürken gözlerini ayırdı aynadan..Kalan zamanı düşünmeden yine iyi yaşamalı, iyilik yaşatmalı, sevmeli herkesi, kıymet bilmeli diyerek çıktı evden...

                 

17 Ocak 2011 Pazartesi

gülümse..

Berbat bir hava insanın hayattan nefret edesi geliyor, karanlık, puslu, soğuk ve zevksiz..Ev soğuk, yataklar dağınık, daha kahvaltı masası bile toplanmamış..Pazar gününün rehaveti çökmüş üzerimize…Akşam için yemek hazırlanması gerek ve olası bütün seçenekler zihinden uçup gitmiş..

Ne kötü bir gün, birinin bu hafta yedi sınavı var kitapların arasında boğulmuş, destek bekler, diğeri finalleri için arkadaşına gitmiş hasta hasta.Gelir ’beni iyileştir anne’ der..Bir diğeri ise dışarıda takılıyor arkadaşlarıyla..Az sonra toplanırlar , kurt gibi acıkmış olarak..Dışarıdan da söylenmez, bir gün önce o yola başvurulmuştur çünkü...Kalkmak gerek, mutfağa girip şöyle  güzel bir Arnavut ciğeri, yanına patates kızartması, birde salata tamam işte..

Kötü olsa da, dışarıdaki  hava ya da bizim havamız, hayat devam ediyor..Yapılması gerekenler yapılacak, alınması gerekenler alınacak.Hani derler ya hayat durmuyor..Bazen kızarız bu duruma ‘canım şimdi de bu olur mu , böyle olur mu’ deriz..Aslında iyi ki de durmuyor hayat ..Bize kalsa biz en ufak bir engelde tökezleyip, bozacağız moralleri, bir adım geriye atacağız..

Oysa hep bir adım geriye giderek yürüyebilir miyiz yollarımızı, ilerleyebilir miyiz istediğimiz yere? İyi ki de durmuyor hayat, iyi ki de bizi beklemiyor..Biz hızlanalım, yetişelim onun akışına, kaybetmeyelim bizim için geçen zamanı..

Tam olumlu düşünme gücünün  devreye girme zamanı..Ne zaman ruhumuz karanlık, puslu , işte o zaman içimizdeki  ışıklar yanmalı, önce yüreğimiz aydınlanmalı sonra da aydınlatmalı.Bunu uygulamalıyım hemen harekete geçmeliyim , önce ben yapmalıyım..Bekleyin evdekiler geliyorum havamızı değiştirmeye..Biliyorum çünkü ben gülümsersem onlar da gülümseyecek ..

Beklemeyin o zaman siz de gülümseyin bu kasvetli pazara..

Gülümseyin  belki de yolunda gitmeyen yaşama...

                                  
                                                        

15 Ocak 2011 Cumartesi

teşekkür..

Bir haftalık hastalık döneminden sonra bugün dışarı çıktım..Aydınlık, güzel bir kış günüydü , soğuktu ama üşütmüyordu.İstanbul  trafiğinden beklenmeyecek kadar keyifli bir yolculuktan sonra gidilen dost meclisinde içilen çaylar , kahveler, güncel konular, dedikodular, sıcacık kahkahalarla  birleşti..Terapi gibi geldi yirmi beş yıllık dostlarla buluşmak..Dertleri , kederleri bir kenara koyup sadece anın keyfini çıkarmak.

Yeşilin tonlarının mevcut olduğu bahçelerin arasından geçerken, bitkilerin de nefes aldığını hissettim..Nefes aldım..Şükür ettiklerini hissettim..Ben de aldığım nefes için şükür ettim..Tek tek baktım bahçelere hepsi farklı bir bahçıvanın ya  da  peyzaj mimarının elinden çıkmış gibiydi...Ya  kış bahçeleri;  salon  bitkileri özenle seçilmiş, açık renk bahçe mobilyalarıyla  dizayn edilmiş, kimilerinde çocuklar için salıncak, kimilerinde spor aletleri…

Böyle güzel geçen bir öğleden sonra aynı güzellikte bir akşam trafiği..Sanki başka bir kentteymişim gibi stressiz bir gün..Kızlarla buluşma biraz sohbet ve dizi keyfi…İçilen salepler, cumartesi  için yapılan planlar..

Hayır bitmedi bu akşamının dayanılmaz hafifliği..Gecenin geç saatlerine kadar süren komşuculuk oyunu,  derin  konulara dalma, felsefe yapma, abla nasihatleri..Gelmeyen uyku ve bu güzel anların kaleme alınışı..

Bir kere daha teşekkür etmeliyim dedim yaradana..Önce kavuştuğum sağlığım için sonra bu güzelliklerin içinde olduğum  için..Ve yine teşekkür  etmeliyim, içinde olduğum güzellikleri görmemi sağladığı  için..Ve daha güzel bir hafta sonu olsun hepimiz için…

                

10 Ocak 2011 Pazartesi

miras..

Gözlerimizi açarken dünyaya, annemizi babamızı tanımayız..Bilmeyiz kimdir dedemiz, amcamız, halamız, teyzemiz? İlk günler hep yakınımızda olurlar.. Ortak olurlar yaşanan sevince, zaman zaman hüzne.. İlk nefeslerimizi onların yanında alırız çoğu zaman..İlk ağlayışımıza onlar şahit olurlar..Öyle ki hiç bitmeyecek sanılır bu yakınlık..Oysa  ilk günlerin coşkusu azaldığında yavaş yavaş uzaklaşır herkes.
Fakat hayatımızda hep vardır onların sesleri, kısık kısık gelen ama etkili olan..Aslında o sesler tüm yaşam boyunca devam eder, bazen yükselerek..Kapanamaz   kulaklar, gelen o seslere..Bebekken, çocukken pek anlaşılmaz güçleri ama büyüyünce görürüz ailedeki etkilerini..
Biz bilmedik, seçmedik onları..Seçilmeden oldular akrabalarımız…Kime denmemiştir ki, kız halaya, oğlan dayıya çeker?.Ya da saçı teyzesine benziyor , boyu amcasına..Onlardan miras kalmıştır oysa çoğu  fiziki özellikler ve eleştirilen yönler…

Genetik mirasa lafımız yok, çünkü onu değiştirme şansımız yok..Ya sosyal miras?..Eğer bir çocuğun annesi olduysanız, başka bir çocuğun da teyzesi ya da halası, yaşamınızla onlara ışık tutmalısınız..Yakınlık  kan bağından ibaret olmamalı..Bebekken iç içe olan  ilişkiler zamanla ayrışmamalı..Her evresinde yanında olmalı, düştüğünde elini tutmalı, yolu şaşırdığında yön göstermeli, yorulduğunda dinlendirmeli..Kişiliklerine, ruhlarına katkı sağlanmalı..
Sağlanmalı ki çocuğun zihninde taşlar yerine otursun. Hayatı, aileyi , toplumu ve onların içinde kendi yerini bulsun..O da küçüklerine umut olsun, ışık olsun..Öyle basit değil amca olmak, teyze olmak, dayı olmak.. Emek vermiyorsan büyürken ona; severek, dinleyerek, anlayarak, sorularına cevap vererek, korktuğunda yanında olarak, her şeyin en güzelini onun için dileyerek,  kalsın, lazım değilsin..Yoldan geçen de amca , vapurda ona gülümseyen de, düştüğünde başını okşayanda …

7 Ocak 2011 Cuma

gece kuşları..

Güneşe uyanamamak, onun parlaklığından, ısısından, verdiği hayat enerjisinden yoksun kalmak, aydınlığını yaşayamamak…Nasıl bir kayıptır insan için?..

Herşey onunla başlar aslında..Güne nasıl başladığımız, yataktan nasıl kalktığımız, perdeyi aralayıp, güneşle bakışmamız...Evet tabi ki perdeyi aralamadan da, eve dolan ışıktan günün aydınlandığını, güneşin parladığını, hayatın koşuşturmacasının başladığını anlayabiliriz..Ama çoğumuz onu görmek isteriz.İsteriz, çünkü gecenin karanlığından, karanlığın bilinmezliğinden, belki görülen kabuslardan, anlaşılmaz rüyalardan ve onların etkilerinden uzaklaştırır bizi ..

Ve bu terapi hergün yaşanır, herkes için yaşanır, bazı olgular gibi değildir yani..Bugün bizim sokağa gelecek, yarın başka bir sokağa..Bugünün şanslısı diye bir kavram da yok .Herkes hergün  şanslı..Herkese yetecek kadar sıcak , hergüne yetecek kadar aydınlık..

Maalesef bu aydınlığı yaşayamayanlar var ya da büyük bir kısmını kaybedenler..Gece kuşları…Evet geceyi gündüz yapıp sonra da öğlene belki akşama kadar uyuyanlar..Bunu iş gereği yaşayanlara değil tabi sözüm..Kendine yaşam şekli olarak seçen, fakat çok şey kaybedenlere..Hepimizin etrafında var böyle insanlar..Geceyi tercih ediyorlar yaşamak için, belki haklı gerekçeleri var, belki mecburlar.Belkiler uzayıp gidebilir de..

Gecenin sessizliğine de yok sözüm, büyük keyiftir o sessizlikte kendini dinlemek..Günün karmaşasından , gürültüsünden uzaklaşıp kendiyle kalmak, tek başına film izlemek, müzik dinlemek veya okuduğu kitabın dünyasına girmek..Ne kadar iyi gelir, ne kadar rahatlatır insanı..Ancak vücut saatimiz buna alışırsa zarar vermeye başlar..Düzen bozulur, gündüz ne kadar uyusak ta yetmez o uyku bize..Hasta kalkarız yataktan, ya başımız ağrıyordur ya da sersem hissederiz kendimizi..İflah olmayız bir türlü o gün..

Gün aynı gündür, yine aydınlık, yine parlak, uyku aynı uyku, belki süresi daha bile fazla..Nedir peki eksik olan? Sabah, sabahın ilk ışıkları..Sihirli kelime  ‘ilk ışıklar'..Güneş de akşam olunca batmış, sabahı daha aydınlık, daha parlak, daha sıcak yapabilmek için dinlenmişti..İlk tomurcuğunu veren çiçek gibi güzel, ilk rekorunu kazanmak için koşan atlet kadar güçlü,  ilk adımlarını atan bebek kadar heyecanla parıldamak için hazırdı..

Geriye kalansa bundan istifade etmek için güne uyanmak, güneşe uyanmak.. Günün güzelliğini yaşamak, enerji dolup, enerji saçmak..Bizim için varolan bu gücün  farkında olmak..Güneş gibi aydınlatmak ..Güneş gibi ısıtmak..Güneş gibi parlamak…

 Parlayan, aydınlık bir yaşam hepimizin olsun..

                              

4 Ocak 2011 Salı

sahne..


Rüzgarın, sesini  pencerenin aşınmış lastiklerinin arasından eve üflediği, radyatör çalışmasına rağmen, odanın ısısını düşüren bir hava hakimdi dışarıda. Elinde dumanı tüten çay, sadece nefesini değil sanki ortamı da ısıtıyordu. Önünde  gazetesi güncel haberleri okuyor, arada başını kaldırıp  pencereden dışarıyı izliyordu..