31 Aralık 2010 Cuma

yeniden...

Aralık...Yılın son ayı..Kimsenin gelmesiyle ilgilenmediği, ama gidişi çok önemli olan ay..Aralığa girildiği fark edilmez bile.. Aralıkta yapılacaklarda özel değildir..Sadece bitişi anlamlıdır...Neden?...Tabi aralık bitsin ki, yeni yıl gelsin...Aslında o da, geçen yeni yıla ait bir aydı. Ama bu paye ona hiç verilmedi..Onun bitmesine anlam yüklenmişti, yılın son gününü içinde barındırdığı için dillerde dolaşıyordu..

Halbuki; aralıkta da aşık olunabilir, güzel bir iş bağlantısı yapılabilir, kış tatiline çıkılabilir, öğrenciler güzel notlar alabilir ve daha bir sürü şey olabilirdi ve hatta oluyordu..Ama bunlar dikkate alınmıyor, yılın son günlerinin kişilere ne kazandırdığı yada ne kazandırabileceği ile ilgilenilmiyordu, varsa yoksa yeni yıldaki hayaller, planlar ve o yılın getirecekleri..Ekonomiyi canlandırıyor, vitrinlere canlılık geliyor, her yer süsleniyor, son günü bayram coşkusuyla yaşanıyordu...

ARALIK, bir kez daha on iki ayın içindeki önemin anlaşılmadan gidiyorsun..Günlere yüklenen anlamlar değişmedikçe bu hep böyle olacak..Ama ben ve benim gibi düşünenler için en az diğer aylar kadar önemlisin..Yeni yıla geçişi sağladığın için değil, her günümüzün kıymetli olduğu bu dünyada, içinde barındırdığın günler ve tabi bir de bana yaşattığın özel bir  gün  olduğu için..

Yaşadığımız her anın, günün, ayın ve  yılın önemini anlayıp, akıp giden ama kaybetmediğimiz  renkli, neşeli,  mutlu  ve sağlıklı  yıllara...Yeni bilgilerin öğrenildiği, özümsendiği ve yaşama uygulandığı  yıllara.. Yine, yeniden ve hep beraber…

28 Aralık 2010 Salı

karanlık..

Sabah olmuştu, güneş günü aydınlatmıyor, bulutlar gökyüzünü sarmış, evin içi  ışık yakmadan oturulmayacak kadar kararmıştı..Bir kış günüydü, gökyüzü az sonra yeryüzünü ıslatmak için hazırlanıyor, hava gittikçe kararıyordu..Birazdan  bardaktan boşanırcasına yağmur yağacaktı belliydi..Tabi ki yağmalı, her mevsim gereğini yapmalıydı, yapmalıydı ki dünyanın düzeni bozulmasın, diye düşünüyordu..

Elinde değil seviyordu kış mevsimini, havanın kararması ruhunu karartmıyordu, dünyaya bakışının aydınlığına da engel olmuyordu. Kışa ait her done onda mutluluk yaratıyordu..Mevsim şartları gereği yaşam zorlaşsa da, kış hem düzen, hem verim getiriyordu insan  hayatına..Aslında hayat kışın yaşanıyordu..Projeler kışın hayat buluyor, eserler kışın ortaya çıkıyor, insanlar kışın üretiyordu..Herkes hummalı bir koşturmaca içindeydi..Bir yerden bir yere gitmeye çalışanlar, gittikleri yerin  gereğiyle uğraşanlar , yaşamlarının en keyifli yıllarını okul yollarında geçirenler...Hepsi bir yetişme telaşı içindeydi..


O koşuşturma içinde aslında ömür geçiyordu ve insan fark etmiyordu.O da bitsin, bu da bitsin derken bitenin hayat olduğunu fark edenlerin sayısı azdı..Daha doğrusu belli bir yaşa kadar bunu anlayamamak  sanırım bir gereklilikti..Bir gencin yapacakları vardı, hayalleri vardı  amacı onlara ulaşmaktı..Onlara ulaşırken geçirdiği zamanı yıllar sonra anlayacaktı..Zaten vaktinde anlasaydı adı genç olmayacaktı…

Hep derler ya ‘şimdiki aklım gençken benden olacaktı’.Hayır oysa şimdi de gençsin, yarına göre genç..Herkes bir on yıl sonrası için genç..O zaman hiçbir şey kaybedilmedi.Dün dünde kaldı..Bugüne ait yaşanabilecek, yapılabilecek  ne varsa bugün yapılmalı..Geçmiş kayıplar bugüne taşınmamalı.Havanın karartısı, pusu  içleri karartmamalı..Tam tersine ışık saçmalı, en  verimli, en üretken  mevsimin gereği yerine getirilmeli..Çalışmalı, yine çalışmalı durmamalı..

Bu yetişme  ve yaşam telaşını yaşarken hava koşullarıyla demoralize olmayıp, yağan yağmurdan, esen rüzgardan enerji alıp, dünya üzerinde  fiziki olarak bizden küçük ve güçsüz  canlıların verdiği mücadeleyi  fark edip, daha bir istekle daha bir coşkuyla  yaşanılası hayatlara...Kışlara, baharlara, yazlara..

                     

27 Aralık 2010 Pazartesi

beyaz büyü..



İnsana huzur veren, seyrine doyulmayan, yağması için dualar edilen, kendisi ile ilgili bir sürü keyif oluşturulan muhteşem, beyaz rüya. Çok oldu bu beyaz rüyayı görmeyeli İstanbul 'da..Meteorolojiden geleceğine dair haberler alınsa da, düşmedi kar taneleri yerdeki yaprakların üstüne, çıplak kalan ağaç dallarına, park halindeki arabalara, kırmızı kiremitlere, parktaki çocuğun  başına, yolda yürüyen adamın omuzlarına…

 Ne de çok severdi kışı…Belki de kış çocuğu olduğundandı..Hiçbir mevsim kış kadar sıcak gelmezdi ona. Kış, adı bile soğuktu..Ne adı ne de gerçeği üşütüyordu onu..Tam tersine ısıtıyordu hem yüreğini hem evini..Daha bir güzel görünüyordu evi  gözüne, perdeleri açılmış penceresinden lapa lapa yağan karı gördüğünde… Daha bir zevkle gazetesini okuyor, kahvesini yudumluyordu..Okudukları içini acıttığında bile hep iyimser bakıyordu..Mademki her yer bembeyazdı, hayatta beyazlaşabilir, sorunlar aşılabilirdi …Hem ne vardı bu kadar dert edecek? Tüm sorunlar karın eridiği gibi eriyebilirdi…Yeter ki öyle hissedilseydi..

 Ne masumdu kar, kimseye zararı yoktu..Kimileri mikropları yok ettiğini söylüyor, kimileri ekinlere zarar verdiğini, kimileriyse hayatı felç ettiğini..Oysa öyle bir amacı yoktu karın..O sadece mevsimin bir gerekliliğiydi yağarken…Ama yağdıktan sonra kim bilir kaç insanın ruhunu dinlendiriyor, yaşama sevinci veriyordu..Eşsiz manzaralar oluşturuyor, seyrine doyulmayacak görüntülere sahne oluyordu..

Kimin karla ilgili güzel bir anısı yoktu ki? Kimi pamuk gibi görünen kara ilk ayak basmanın zevkini tatmış, kimi kayıp düşerek kahkahalara sebep olmuş, kimi yolunu açmak için kürekle atmış, kimi o yüzden kaza yapmış, kimi yolda kalmış….Saymakla bitmez yaşanmış kar maceraları..Ve çekilmiş sayısız fotoğraflar..

En güzel resimler ,en güzel anılar,en muhteşem anlar, O’nun için hep karla vardı..İşte  o yüzdendi dağlara gitme hevesi..Dağların, tepelerin uçsuz bucaksızlığı bembeyazdı artık..Zirveler arasında dolaşırken, ağaçların üzerindeki beyazlıklara dokunabilecek kadar yaklaşmak, kayanları izlemek, düşenlere gülmek, soğuktan kemikleri bile sızlarken, sıcacık bir salep içmek…Ne kadar da özlemişti…

Ne yapmalıydı? Hasretti, görmeliydi, her şeyi unutturmalıydı ..Kar ona gelmiyorsa o kara gitmeliydi..Gidilebilecek en yakın günde bir dağın tepesine gidip, belki de çocuklar gibi çığlık atmalıydı..’’Sensiz yapamadım, sana geldim’’ demeliydi..Buluşmalıydı, bir daha ki buluşmaya kadar yetecek huzur birikimi yapmalıydı..Çünkü  biliyordu, yaşadığı iklimde ona hep hasret kalacaktı….

 KAR O’NUN İÇİN HAYATTI

                                      

26 Aralık 2010 Pazar

2010'un son haftası

Aralık ayının son günleriydi..Yeni yıl yaklaşıyordu.Bir yıl daha bitecek, hüzünler mutsuzluklar, olumsuz hatıralar geride bırakılacaktı..Umutla yarınlara bakılacak, beklentiler, arzular, hayaller 2011’in  kapısını çalacaklardı.
Öyleydi tabi umutsuzluk doğanın en mükemmel varlığı olan insana yakışmazdı.Bu sene olmadıysa istediği şey, ileriki yıllarda olabilirdi..Hem sanki çok mu istemişti, olmazsa olmaz mıydı? Belki de hayır..Sadece istemiş olduğu için belleğinde yer etmiş, o zaman diliminin en önemli olayı olmuştu..Belki de iyi ki olmamıştı,olsaydı aklına bile gelemeyecek olan olaylar silsilesine yelken açacaktı..
İnsan dilediği, istediği her şeyin kendisi için iyi olacağını bilmeden ister, hep ister, hep bekler, bazen sabırla bazen sabırsızlıkla..Oysa yaşananlar da kendi istedikleridir aslında..Sadece bilmez onları kendi istediği için yaşadığını..Kader der geçer kimi zaman, kimi zamansa dayatma..Hayır gerçek olan, kabul etsek de etmesek de yaşananlar bizim seçimimizdir, belki de farkında olmadan ettiğimiz dualarımızın gerçekleşmesidir…
Önemli olan kendini tanımak, önce kendinden ne istediğini bilmek, istediklerinin ne kadarını yapabileceğini bilmek..Başkasından beklememek..Çünkü başkasından beklemek; üzülmek demek, hayal kırıklığına uğramak demek,yeni umutların, hayallerin önünü kapamak demek..

Verilmiş olan gücün farkına varmak, onu kullanmak için atılabilecek ilk adım..Öyleyse yıllar, sadece yapabileceklerimizin tarihi olmaktan öteye geçmez..Hayallerin anahtarı kendimizde..ne kadar çok istersek olmasını ve o yönde emek verirsek, gün ay ve yıl olarak o kadar yaklaşırız dileklerimize..
Bakalım bu yıl kim daha çok isteyecek, kim daha çok istediğine ulaşmak için çaba sarfedecek. Kim hayatına istediği şekilde yön verebilecek.2011’in muhasebesini yaparken artıları eksilerinden fazla olacak, kendine güveni gelecek,yarınlar için beklediklerine bu güvenle bir adım daha yaklaşacak…

Hepimiz bunu yapabiliriz,yeter ki inanalım, nefes aldığımız dünya, yaşadığımız ülke, üyesi olduğumuz  aile, bizim seçimimiz olmadıysa bile, yaşadıklarımız bizim SEÇİMLERİMİZ…Şimdi yapmamız gereken ise bugüne kadar seçtiklerimizi  yaşamak, yarınlara  daha güzel, daha bilinçli, daha akılcı, daha kalıcı,…… seçimler için çalışmak..
2011 dilerim seçtiklerimizin farkında olarak yaşayacağımız bir yıl olur hepimiz için..Dilerim yeni başarılara imza atılacak, yeni mutluluklara yelken açılacak, aklımıza  bile gelmeyecek güzelliklere gebe bir yıl olur…

     

25 Aralık 2010 Cumartesi

misk gibi..

Sessiz bir geceydi..Televizyonun sesi belli belirsiz duyuluyor, evde uyuyanların nefes alışverişleri derinden geliyordu.Bilgisayarın başına geçmiş siteler arasında dolaşırken mis gibi, misk gibi bir koku yayılıverdi salonun her köşesine..Gözlerini ekrandan kaldırdığında sadece odaya değil, gözlere ve gönüllere güzellik veren çiçeklerle buluştu bakışları..
Rengarenklerdi, çeşit çeşit ve farklı kokularda..Aynı kendilerini yetiştirenler, toplayanlar ve tanzim edenler gibi ...Onların çeşitlilikleri bunlardan ibaret değildi tabi…Kimi evde, kimi ofiste, kimi hastanede, kimi pastanede farklı vazolarda farklı amaçlarla bulunuyorlardı..
Farklılıkları bunlarla da sınırlı değildi.Kim bilir hangi hastaya moral oluyor, hangi sevgiliyi coşturuyor, hangi dargını barıştırıyor, hangi özel günü kutluyordu?..Ne çok anlamı, ne çok görevi vardı, dışarıda yürürken gördüğümüz, bazen dikkat bile etmediğimiz çiçeklerin..Kendi halinde, belirli zamanlarda olup geçen papatyaların, bir zamanlar devri olan şimdi ise mevsimiyle adlandırılan lalelerin…Hele işlevi de, cinsleri de sınırsız olan rengarenk güllerin..

İyi ki var çiçekler..Hayatı anlamlı kılıyorlar..Huzur veriyor, mutlu ediyor, neşelendiriyor  hüzünlendiriyor, renk katıyorlar..Tıpkı hepimizin birbirimize yaptığı gibi..Nasıl ki çiçekler dünyası biri olmadan eksik olur renksiz ve neşesiz, işte biz de birimiz olmazsa öyle oluruz.Hepimiz  farklı bir renk ve farklı bir çeşit oluyoruz birbirimize.Çiçeklerin aynı vazoyu, aynı saksıyı,aynı toprağı paylaştığı gibi paylaşıyoruz dünyayı..Nasıl onlar çeşitliyken güzelse biz de öyleyiz.Öyleyken anlamlıyız..

Herkesin, bu çeşitliliğin bize kazandırdıklarını anladığı, kıymetini bildiği bir dünyada çiçeklerle bezenmiş ortak yaşamlarda, mutlulukla….

           

24 Aralık 2010 Cuma

on, yüz, bin balon...

Yeni bir güne merhaba derken, güneş pırıl pırıl parlıyor sanki az sonra olacakları müjdeliyordu..Balkona çıkıp havanın nasıl olduğuna bakarken, etrafı saran, renk renk ve sağa sola dağılan onlarca balon görmüştüm..
Aman allahımm ne kadar da hoş görünüyorlardı.Balonlarda hoşlanmak için sanırım çocuk olmak gerekmiyordu..Onların renk cümbüşü ve özgürlükleri büyük küçük herkesi alıp bir yerlere götürüyordu..Bazılarını çocukluğuna, bazılarını yalnızlığına, bazılarını ise uçsuz bucaksız, hesapsızca gidilen gökyüzüne...
 Acaba kapının önündeki onlarca balonun anlamı neydi?Birisine evlenme mi teklif edilmişti?Yoksa henüz çocuk ruhunu kaybetmemiş birine bir hata yapılmış, özür mü dilenmişti?Belki de birisinin doğum günüydü..

Sebebi her ne ise eminim bir çok kişinin gününü renklendirmişti.Evden işe ya da okula gitmek üzere çıkan herkese bir neşe katmıştı bence..Kime geldiği düşünülmüş,keşke bana da böyle bir jest yapılsa diye akıllardan geçirilmiştir belki de..Biliyorum ki beş dakikalığına bile olsa bir çoğunun aklındakileri bir kenara koymasına sebep olmuştu, insanın yeniden çocuk olmayı istemesini sağlayan balonlar...

Bir de şu boyutu var tabi...O da acaba benim için mi bırakıldı o balonlar uçsuzluğa?...Neden olmasın? Şimdilik iki gün iki gece süren doğum günüme belki bir dostum, bir arkadaşım farklı bir şekilde katılmak istedi..Sadece benim doğum günümü değil herkesinin gününü renklendirmek istedi.Gerçeği bu olmasa da asla kime geldiğini öğrenemesem de o balonları görünce,günüm daha bir keyifle başladı,sadece yüzüm değil yüreğim de tebessüm etti.
Demek ki günün iyi başlaması için büyük sebeplere ihtiyaç yoktu, insan bazen bir çocuğun oyuncağıyla bile mutlu olabilir ve o enerjiyle bir çok kişiyi mutlu edebilirdi..Acaba balonları bırakan kişi böyle bir misyonu üstelediğinin farkına varabildi mi?
Dilerim biz de farkına dahi varmadan diğer insanların günlerini,yüzlerini ve yüreklerini aydınlatan balonlar saçarız etrafa..Onlarla çıkarız sonsuz bir yolculuğa..

            

40 YAŞ YENİ BİR BAŞLANGIÇ MI?

Doğrusu bir gün bir yerde içimden geçenleri, yüreğimin sesini, dileklerimi, dertlerimi, sevinçlerimi, hüzünlerimi paylayaşacağım hiç aklıma gelmezdi.Fakat hayatta neyle ne zaman karşılaşacağımızı hiç bilemeyiz değil mi? İnsan hayatında bazı zamanlar vardır, başlangıçlar, bitişler, dönüm noktaları... Kim bilir belki de benim için bu bir dönüm noktası..Artık kırk yaşında bir insan olarak hayattan öyle uçsuz bucaksız isteklerim beklentilerim yok..


Oysa çocukluk, ergenlik, genç kızlık dönemlerinde ne çok isteklerim, hayattan beklentilerim vardı...Olanlar oldu olmayanlar da oldu..Geriye dönük bir şey yapamayacağımı anladığımda ileriye dönük bir şeyler yapmalıyım dedim.Çünkü artık bebekler büyümüştü önce çocuk, sonra birer genç kız oldular..Büyük olan bir üniversite öğrencisi artık yetişkin adayı, her şeyi kendi doğru bildiğini düşünüyor, artık bana pek de ihtiyacı yok.Küçük olan ise " hayatımda çok yer kaplıyorsun artık yalnız başıma adım atmak istiyorum, hata yaparsam onunla baş etmek, düşersem kendim kalkmak istiyorum anne, senden ayrı hareket etmek istiyorum" diyor liselim..Bana da ne kalıyor? Onlarla birlikte geride kalmış olan gençliğimin, on dokuz yılımın bana kattıklarını yazmak, yazarken tekrar yaşamak, tekrarlarken yeni kazanımlar elde etmek..


Kimse diyemez bana yaşadıklarım bir şey katmadı diye..Ben de diyemem tabi ki..Yaşarken sanki dünyanın en büyük sorunu olduğunu sandığım, sonrasında geçen ve başka bir sorunda yine aynı şeyi hissettiğim ve yine geçen, yine geçen, yine geçen..Şiimdi anladım ki her şey ama her şey geçici.Şu an yaşadığım ve yarın yaşama ihtimalim olan sorunlar da geçici...İşte bu edinimin olgunluğuyla artık hayat daha güzel daha yaşanılası..


Biliyorum ki artık sorunlar da güzel, çözümler de güzel..Çünkü sevdiklerinle ve seni sevenlerle yaşamak güzel..Hepsi, tüm yaşadıklarım beni ben yaptı, onlar olmasaydı eksik kalacaktım ben.Pişman değilim yaşadıklarımdan, yaşatılanlardan da yüksünmüyorum artık. Kırk yaşının olgunluğuyla yaşananlara da yaşatanlara da teşekkür ediyorum..Hepsini seviyorumm..





not: hiç bir ön hazırlık yapmadan, planlamadan sadece içimden geldiği gibi yazdım.Gerçekten şaşkınım şu an paylaşıp paylaşmamakta ise kararsız..Şayet paylaşırsam yorumlarınızı bekliyorum.Bana yeni şeyler katmanız için...teşekkürler....